I. BÖLÜM GENETİĞE GİRİŞ
1. Genetik ve Kalıtımın
TanımıAnne ve babadan kromozomlar vasıtasıyla gelen genlerin etkileşim şekil ve derecelerine göre de yavrunun özellikleri ortaya çıkar.Canlılardaki karakterleri ve karakterlerin yavru bireylere aktarılmasını inceleyen bilime KALITIM BİLİMİ ya da GENETİK denir.
Kalıtımla ilgili bazı tanımlar şunlardır:
dominant GEN(BASKIN GEN):Bulunduğu canlıda,taşıdığı özelliği oluşturabilen gene denir.Büyük harflerle sembolize edilir(A,B,C,D...).
Örnek Siyah saçlılık,kıvırcık saçlılık,bezelyelerde sarı ve düzgün tohumluluk,uzun boyluluk...
resesif GEN(ÇEKİNİK GEN):Bulunduğu canlıda taşıdığı karakteri dominant gen bulunmadığı zaman oluşturabilen gen çeşitidir.Küçük harflerle sembolize edilir(a,b,c,d...).
Örnek Sarı saçlılık,düz saç şekli,bezelyelerde yeşil ve buruşuk tohumluluk,kısa boyluluk...
GENOTİP:Canlıların DNA'sındaki (genler) genetik bilgidir.Canlı bireylerin karakterlerini oluşturur.DNA'nın en küçük birimi genler olduğu için genotipler genlerce oluşturulur.
Örnek:Karakterlerin dominant,resesif,homozigot,heterozigot... olması gibi.
FENOTİP:Anne ve babadan üreme olayı ile yavruya aktarılan genlerce oluşturalan karakterlerin dış görünüşüne denir.Canlı fenotiplerinin oluşmasında gen ve çevre etkileşmesi görülür.
Örnek:Göz renginin siyah,mavi,yeşil oluşu,saç şeklinin düz,kıvırcık olması,kan gruplarının A,B... olması gibi.
HOMOZİGOT(ARI DÖL):Yavruda karakteri oluşturan iki genin de aynı şekil ve özellikte olmasıdır.(AA,aa,BB,bb...)
HETEROZİGOT(MELEZ DÖL):Yavruda karakteri oluşturan iki genin de farklı şekil ve özellikte olmasıdır.
AA --- Homozigot---baskın karakter
Aa --- Heterozigot---baskın karakter
aa --- Homozigot---çekinik karakter
GEN İNTERAKSİYONLARI
(BbIı) ♂ (BbIı) ♀
DNA TCT CCT Burada AGA (Arg) kodonu
DNA ATA ATT Burada UAU (Try) kodonu
Doğada varlığını sürdüren bitki, hayvan ve insanlar
canlılar grubunu oluşturmaktadır. Her canlı kendi türüne özgü karakterlere
sahiptir. Tür içerisindeki her birey, sahip olduğu karakterleri kendisini
meydana getiren ebeveynlerinden alır ve kendisinden sonraki yavrularına
geçirir. Bununla beraber hiçbir canlı temel karakterlerin dışında, tam olarak
birbirine benzemez.
Tek yumurta ikizleri hariç,
aynı ailenin bireyleri bile birbirine tıpa tıp benzemezler. Bu farklılıklar bireyle
ebeveyinleri arasında olabileceği gibi, aynı ana babadan olan kardeşler
arasında da gözlenir. Değişik aile bireyleri arasındaki karakter farklılıkları
ise daha fazladır.
Bir grup bireyin çeşitli
özellikler bakımından gösterdiği farklılıklara veya ortak ataya sahip
canlıların gösterdikleri farklılıklara varyasyon denir. Dolayısı ile doğada
biyolojik zenginliğin kaynağının varyasyonlar olduğu söylenebilir.
Karakterler yönünden fertler
arasındaki varyasyonun nedeni; bireyin sahip olduğu genetik yapı ve içinde
bulunduğu çevre koşullarıdır.
Bir canlının renk, şekil,
yapı ve fonksiyonel özelliklerine karakter denilmektedir. Bu karakterler
canlının bünyesinde bulunan genetik materyalin kontrolü altında oluşmakta ve
nesilden nesile geçerek devam etmektedir.
Gerek kalitatif gerekse
kantitatif karakterleri belirleyen genlerin, nesilden nesile geçmesi kalıtım
olarak ifade edilmektedir.
Genetik bilimi canlılardaki
varyasyonları ve karakterlerin kalıtım özelliklerini, oluş biçimlerini
inceleyen, araştıran ortaya koyan bilim dalıdır. Kısaca genetik; kalıtım ve
çeşitliliği (varyasyonu) inceleyen bir bilim dalı olarak da tanımlanabilir.
2. Genetik Biliminin Tarihi
Gelişimi
İnsanlar bitki yetiştirmeye,
hayvanları evciltmeye başladığından beri, biyolojik çeşitlilikleri gözlemeye ve
merak etmeye başlamışlardır. Her çağdaki bilim adamları biyolojik farklılıklara
bilgileri nisbetinde yorumlar getirmeye, canlıların nasıl meydana geldiği
konusunu açıklamaya çalışmışlardır.
3. Genotip, Fenotip ve Çevre
Ebeveyn generasyonundaki
bireylere ait özellikler, kendilerinden sonraki generasyon bireylerine
geçebilir ve bunlar kalıtsal özellikler olarak adlandırılır.
Bu özellikler gen adı verilen
DNA segmentinin kontrolü altındadır. Bir canlının genetik yapısı, o canlının
oluşması ile görevli gamet hücrelerinin taşıdığı ana ve babaya ait genetik
yapının tesadüfi bir yarılarının (n♂, n♀ haploid) zigotdaki (2n diploid)
toplamıdır.
Bu toplam genetik yapı; o
canlının genotipi olarak adlandırılır. Bu genetik yapıya sahip embriyo ve
fötus, gebelik veya kuluçka süresince maternal (anasal), doğum sonrası ise
external (doğal) çevre etkisi altındadır.
Genotip ve çevrenin ortaklaşa
etkisi sonucu canlıda ortaya çıkan karakterlere o canlının fenotipi denir.
Başka bir ifade ile fenotip, bireylerin morfolojik, fizyolojik, ekolojik,
davranış ve zihinsel özelliklerinin renk, şekil, ölçü ve tartı olarak dışa yansımasıdır.
4. Varyasyonlar
Bireylerde genotip bazı istisnalar dışında çevresel
faktörlerden etkilenmeyip, yaşam boyu sabit kalır. Fenotip ise çevresel
faktörlerin etkisi ile değişebilir. Bu değişikliğe fenotipik varyasyon denir.
Aynı veya benzer genotipli iki birey farklı bakım, besleme,
iklim gibi
çevresel faktörlere maruz kaldıklarında yukarıda da
açıklandığı gibi fenotipleri farklı olmaktadır. Benzer ya da aynı genotipli bireyler arasındaki bu farklılıklara ‘Çevresel Varyasyonlar’ denir. Tek yumurta ikizleri
haricinde hiçbir canlının aynı genotipe sahip olamayacağı kesindir. Bu
farklılıklar ise ‘Genotipik Varyasyolar’ olarak
tanımlanmaktadır.
Varyasyonlar nedenlerine göre üçe ayrılır.
4.1.Paravaryasyonlar (Modifikasyonlar) Bireyin sahip olduğu
karakterlerin içinde bulunduğu çevrenin etkisi ile farklılaşmasıdır.
Paravaryasyon sonucu oluşan fenotipik farklılık yeni generasyonlara geçmez.
Örneğin; trafik
kazası sonucunda kolunun birisini kaybeden bir insan vücut bütünlüğüne sahip
diğer insanlara göre fenotipik farklılık gösterir, ama sahip olunan bu yeni
karakter kendinden sonraki nesillere geçmez. Olayın temelinde varyasyonun
oluşmasına neden olan çevresel faktörlerin genotipi etkilememesi yatmaktadır.
Bu varyasyon şekli farelerde kuyruk kesme operasyonu ile deneysel olarak
gerçekleştirilebilir.
Operasyon sonucu fenotipik olarak kuyruksuz hale gelen
farelerle kuyruklu fareler arasında meydana gelen paravaryasyon kalıtsal
değildir. Çünkü kuyruksuz hale getirilen farelerin erkek ve dişilerinin
çiftleşmesi sonucu elde edilen yavrular kuyruklu olma özelliğini sürdürürler.
4.2. İdiovaryasyonlar
(Mutasyonlar)
Bireylerin genotiplerinde meydana gelen değişikliklere bağlı
olarak fenotiplerinde ortaya çıkan farklılıklardır. Bu tip varyasyonun sebebi
olarak mutajenik faktörler, uzun yıllar yapılmış olan seleksiyon çalışmaları ve
melezlemeler gösterilebilir. Mutajenik etkiler genotipte mutasyonlara sebep
olmakta ve bu da o genin determine ettiği karakterlerde farklılık ortaya
çıkarmaktadır.
Aynı şekilde uzun süre seleksiyon uygulanan sürülerde arzu
edilen karakteri determine eden genler yoğunlaştırılırken, istenmeyen
özellikleri determine eden genlere sahip fert sayıları azaltılmaktadır. Bu
çalışmalar sonucunda seleksiyon uygulanan bireylerin genotipleri; önceki
generasyon bireylerinin genotiplerinden farklı olmaktadır. Dolayısı ile
fenotipleri de farklıdır. Örnek olarak; yağsız uzun kuyruklu koyun ırkından
koçların, yağlı kuyruklu koyun ırklarının anaçları ile sürekli birleştirilme
çalışması gösterilebilir.
4.3. Miksovaryasyonlar
(Kombinasyonlar)
Farklı ırkların veya türlerin
erkek ve dişi bireylerinin çiftleşmesi sonucu meydana gelen yavruların
fenotipik ve genotipik yapı olarak ebeveynlerinden farklı olmasıdır. Kalıtsal
bir varyasyon şeklidir. Aşağıda sığırlardan verilen örnek şematize edilerek
gösterilmiştir.
Paranteral
Generasyon
Boğa
X İnek
Fenotip Siyah-Beyaz-Alaca Kırmızı
Genotip SSBB GGAA
Gamet SB
X GA
Filial Generasyon
F1
Fenotip Siyah
Genotip SBGA
II. BÖLÜM
1. Hücrenin Genel Yapısı
Canlıların
yapı taşı olan hücreler, tıpkı meydana getirdikleri organizmalar gibi
bünyesinde; kimyasal ve fiziksel olayların cereyan ettiği, metabolizma
faaliyetlerinin oluştuğu, büyüme ve çoğalma fonksiyonlarının yerine
getirildiği, bütün bu işlevler için enerji sağlanan ve protein sentezlenen
yapılardır.
Genetik çalışmalarda esas
alınan materyal hücre’dir. Hücre, bir canlının en ufak yapı birimidir ve genel
olarak bakıldığı zaman en dışta bir zar, zarın altında sitoplazma,
sitoplazmanın içinde ise bazı organeller ve bir çekirdekten meydana gelmiştir.
2. Hücreyi Oluşturan
Bölümler
Hücreye şekil veren ve onu
saran bir membrandır. 7.5- 10 nm kalınlığında, ince ve elastiki bir yapı olup
yarı geçirgendir. Tamamen fosfolipidler ve proteinlerden meydana gelmiş ve çift
katlı bir yapıdadır.
Çift katlı lipit tabakası
glikoz, üre vb suda eriyen maddelere geçiş engeli oluştururken oksijen, bazı
hormon ve alkol gibi yağda eriyen maddelere kolayca geçiş imkanı sağlar.
2.2. Sitoplazma
Eukaryotik hücrelerde çekirdek
dışı ile hücre membranı arasında kalan bölüme sitoplazma denir. Sitoplazma
nonpartikular ve koloidal bir materyal olan sitosol ile bir hücreye ait olan
tüm organellerden meydana gelmiştir.
2.3. Endoplazmik Retikulum
(ER)
Çift membran sistemine sahiptir ve hücre içinde kıvrımlar
oluşturur. Bu kıvrımlar yüzey alanını genişleterek daha fazla enzimatik işlev
sağlamakta ve hücre içi boşluğun çoğunu kapsamaktadır.
Endoplazmik retikulumun, granüllü ve granülsüz olmak üzere
iki çeşidi vardır. Endoplazmik reticulum (ER) üzerinde ribozomlar bulunduğunda
granüllü endoplazmik reticulum adını alır ve rER şeklinde, ribozom bulunmayan
kısımlarına ise granülsüz endoplazmik retikulum denir ve sER şeklinde
simgelenir.
Granüllü endoplazmik retikulum (rER) ribozomlar ile birlikte
çalışır. Ribozomlar ise protein sentezinde görev alırlar. Örneğin mesenger
RNA’lar protein sentezi için genetik bilgileri taşımakla görevlidir.
Granülsüz endoplazmik retikulum (sER) ise yağ asitleri ve
fosfolipitlerin sentezine hizmet etmekte ve aynı zamanda hücre içinde bir çok
enzimatik işlev görmektedir.
2.4. Golgi Organeli
ER’a çok benzer ve onunla yakından ilişkilidir. Çekirdeğin
yakınında sayıları birkaç adet olan ince, düz veziküllerin üst üste
dizilmesiyle oluşmuş yapılardır. Yine golgi organeli etrafında sayıları birkaç
adet olan ve büyüklüğü 50 nm yada biraz daha fazla olan etrafı bir membranla
sınırlandırılmış veziküller vardır. Bu yapıların hücrenin diğer organelleri ile
golgi organeli arasında madde alış verişi yaptığı düşünülmektedir.
2.5. Ribozomlar (Ribosom)
nRibozomlar sitoplazma
içerisinde ve çoğunlukla ER üzerinde yerleşmiştir. Protein moleküllerinin
sentezinde görev alan RNA’ların temel fiziksel oluşumlarıdır. Bunların
ribonükleik asidine Ribozomal ribonükleik asit (rRNA) denir.
2.6. Lizozomlar (Lysosom)
Bunlar golgi organeli tarafından yapılmaktadır. Veziküler
yapılı olup büyüklükleri 0.2- 0.5 µm kadardır. Lizozomlar hücre içi sindirimde
etkili olan hidrolitik enzimleri bünyelerinde bulundurarak, hücrenin özellikle
yıpranmış bölümlerini, hücreye alınan besin partiküllerini ve bakteri gibi
istenmeyen maddeleri sindirirler. Lizozomların etrafını saran membran yapı
içerisindeki hidrolitik enzimlerin hücrenin diğer unsurları ile temasını
engelleyerek hücrenin kendi kendisini sindirmesine mani olur.
2.7. Peroksizomlar
Yapı olarak lizozomlara çok benzer, ancak aralarında şu
farklar vardır.
a. Lizozomlar golgi organeli tarafından yapılırken,
peroksizomlar ya self duplikasyon yolu ile kendi kendine yada granülsüz
endoplazmik retikulumdan (sER) tomurcuklanarak oluşurlar.
b. Lizozomlar hidrolitik enzimleri içerirken,
peroksizomlar daha çok, hücre içerisindeki bir çok toksini oksitleyerek
zararsız hale getiren oksidatif enzimleri içerir.
2.8. Salgı Vezikülleri
Bunlar değişik hücrelerde
farklı yeteneklere, farklı büyüklüklere ve farklı yapılara sahip organellerdir.
Bunların tamamı golgi organeli ve endoplazmik retikulum tarafından meydana
getirilir. Pankreasın asiner hücrelerindeki salgı vezikülleri ile tükrük bezlerindeki
salgı vezikülleri örnek gösterilebilir.
2.9. Mitokondriler
Mitokondriler; 7 µm’ye kadar uzunluğa ulaşabilen büyük
organeller olup, etrafı çift katlı bir membran ile kaplı iken iç kısmı
uzantılar oluşturmuş bir görünüm arz eder. İç membranın oluşumunu sağlayan bu
çok kıvrımlı yapı üzerinde oksidatif enzimler tutunmuş durumdadır.
Mitokondriler, hücrenin enerji ürünlerinin meydana
getirilmesinde görevli olup, ATP (Adenozin tri fosfat) sentezini
üstlenmişlerdir. Ayrıca kendi çoğalmaları için; yapılarında çift iplikçikli
halka tarzında DNA’yı bulundururlar.
2.10. Sentrozom
(Centrosome)
Çekirdeğe yakın bir yerde
bulunur. İçinde iki tane sentriol
vardır. Bitki hücresinde bulunmaz.
2.11. Sentrioller (Centriole)
Çekirdek yakınlarında bulunan silindir şeklinde ufak
yapılardır. Uzunlukları 0.6 µm, genişlikleri 0.4 µm’dir. Bunlar çift halde
bulunur ve her ikisi de aynı yerdedir. Sentrozom adı verilen özel bir alanda
bulunurlar. Mayoz ve mitoz bölünmenin erken safhalarında iğ iplikçiklerinin
yerleştirilmesi ve hücrenin mayoz ve mitoz bölünmesi sırasında kromozomların
hücre kutuplarına doğru çekilmesi sentrioller tarafından sağlanır.
2.12. Çekirdek (Nucleus)
Hücrenin orta yerinde bulunur. Gerek hücrede gerekse o
hücreyi taşıyan canlıda hayati öneme sahiptir. Kimyasal ve biyolojik olaylar
çekirdek bünyesinde taşınan genetik materyal (DNA) tarafından
oluşturulmaktadır.
Çekirdek türden türe, dokudan dokuya farklılık gösterebilir.
Bakteri ve viruslarda çekirdek yoktur. Çekirdek içeriği sitoplazma içerisinde
dağılmış durumdadır.
Hücre çekirdeği, çekirdek membranı, nukleoplazma ve
çekirdekcik olmak üzere 3 bölümden oluşur.
2.12.1. Çekirdek Zarı
(Nucleus Membranı)
Çekirdek membranı iki katlı
olup, çekirdeği sitoplazmadan ayıran yarı geçirgen bir zardır. Dış kat
endoplazmik retikulumla devam eder ve nuclear membran boşluğu ile endoplazmik
retikulum boşluğu bileşik durumdadır. Bu iki kat binlerce noktada birleşerek nuclear
porları oluştururlar. Bu porlar (aralıklar) 20-80 nm genişliğindedir.
2.12.2. Çekirdek
Sitoplasması (Nucleoplazma)
Çekirdek zarı ile
çekirdekcik arasındaki boşluğu dolduran maddedir. İçinde karmaşık halde
kromatin iplikçikleri bulunur. Bu iplikçiklerden fibriler yapıda olanlara
kromonema, granüler kolloidal yapıda olanlara ise kromatin (DNA) adı verilir.
Hücre bölünmesi sırasında
kromonema kontraksiyonlarla kısalıp kalınlaşırken, kromatin de bu yapının
etrafında yoğunlaşmakta ve kromozomlar oluşmaktadır.
2.12.3. Çekirdekcik
(Nucleolus)
nÇekirdekçik çekirdeğin
içinde bulunur. Boyandığı zaman koyu bir renk alır ve her hangi bir membrana
sahip olmayan bir yapıdadır. Bünyesinde çok miktarda RNA ve ribozom sentezinde kullanılan
protein içerir. Hücre bölünmesi başladığı zaman ribozomal RNA’lar çekirdekçik
tarafından sentezlenir. Bu RNA’ların
oluşumunda DNA’nın kodlamaları da önemlidir.
3. Hücre Bölünmesi
Bu konu hücre bölünmesi olarak ifade edilirse de anlatılmak
istenen hücrenin çoğalmasıdır. Hücre çoğalması hücre bölünmesi ile başlar ve
gerçekleşir. Çoğalma; hücrenin kendi
kendini duplike ederek ikiye bölünmesi tarzında olur. Genel olarak çok hücreli
canlılarda hücresel çoğalma, periyodik olarak belirli bir sıra halindedir ve kompleks bir olaydır.
Canlılarda genellikle iki tür hücre vardır. Bunlar, vücut
(somatik) ve cinsiyet (germ) hücreleridir. Somatik hücreler mitoz adı verilen
bir çoğalma şekli ile çoğalırlar. Bu hücreler diploid kromozomludurlar ve
bölünme sonucunda yine diploid kromozomlu olurlar. Germ hücreleri ise mayoz adı
verilen bir çoğalma şekli ile çoğalırlar ancak mayoz bölünmenin ürünleri
haploid kromozomlu olurlar.
3.1. Mitoz Bölünme
nSomatik hücrelerde, hücresel
çoğalmanın biyolojik şeklidir. Bu olay kimileri tarafından nuclear
bölünme, karyokinesis veya hücresel bölünme (cytokinesis) olarak da
bildirilmektedir. Bazen de bu hücresel bölünme şekli hücre siklusu olarak
tanımlanır. Somatik hücrelerin hücre siklusu genel olarak iki safhadan meydana
gelir. Bunlar mitotik (M) ve interfaz safhalarıdır.
3.1.3. Anafaz (Anaphase)
Mitoz bölünmenin en kısa dönemidir. Bu dönemde kromozomlar
karyotip olarak belirginleşir. Kromatitlere sentromerlerinden bağlı olan fibril
iplikçikler kromatitleri hücre kutuplarına doğru çekmeye başlarlar.
Sentromerlerinden çekilen kromatitler kutuplara doğru giderken belirli şekiller
alırlar, kromozomlar aldıkları bu şekillere göre morfolojik olarak
sınıflandırılırlar.
3.1.4. Telofaz (Telophase)
Yaklaşık olarak 18 dakika süren bir aşamadır ve mitoz
bölünmenin son safhasıdır. Telofazda kromatitler hücrenin her bir kutbuna
yerleşmişlerdir. Artık bu aşamadan sonra onlara kromozom denilmektedir.
Kromozomlar interfaz safhasındaki gibi karışık olmayan bir şekilde ve uzanmış
vaziyette hücre kutuplarındadır. Kromozomlar etrafında önce bir nuclear membran
oluşmaya başlar, sonra yavaş yavaş çekirdekcik oluşur ve bu arada fibriler
iplikçikler de kaybolur.
Telofazda en önemli olay hücre bölünmesidir.
3.2. Mayoz (Meios) Bölünme
Germ hücrelerinde meydana gelen, bir bölünme şeklidir.
Bu bölünme şeklinde, mitoz bölünmede ki kadar hücre çoğalması
meydana gelmez.
Mayoz bölünmede, homolog kromozomlar kendini bir defa eşler
ama iki defa hücre bölünmesi meydana gelir. Bu iki hücre bölünmesi Mayoz I ve Mayoz II olarak bilinir.
Mayoz I’de kromozomlar replike olur ve normal mitoz
bölünme gibi bölünme işlemleri gerçekleşir, ancak Mayoz II’de kromozomlar
replikasyona uğramadan bölünür ve diploid kromozomlu bir hücreden haploid
kromozomlu iki hücre meydana gelir. Sonuç olarak; mayoz bölünme ile diploid
kromozomlu bir hücreden, haploid kromozomlu dört hücre meydana gelir.
3.2.1. I. Mayoz (Meios)
Bölünme
Bu bölünme profaz I, metafaz I, anafaz I ve telofaz I
olarak dört bölümden oluşur.
3.2.1.1. Profaz (Prophase) I
Bu safhada kromozomlar uzunlukları boyunca yan yana
gelerek ilk sinapsisleri oluştururlar (Sinapsis; homolog kromozomların çok sıkı
bir şekilde birleşmesiyle oluşan yapı). Kromozomlar sinapsis halinde iken
duplike olurlar ve her bir kromozomdan iki adet kromatit meydana gelir. Her bir
kromozomdan oluşan 2 kromatit, 4 parça olmuş vaziyette bir sentromere bağlıdır.
Oluşan bu yapıya tetrat denir. Tetrat üzerindeki kromatitler bazı noktalardan
birbirine yapışır, bu yapışma noktalarına kiyazma denir. Daha sonra kromatitler
birbirinden ayrılırken bu yapışma noktalarında parça değişimi olur ki bu olaya
crossing-over denilir.
Profaz I’de tamamlanan bu olaylar aslında 5 bölüm altında
incelenebilmektedir. Bunlar;
Leptotene, Zygotene, Pachytene,
Diplotene ve Diyakinez’dir.
3.2.1.1.a. Leptoten
(Leptotene)
Erken profaz safhasıdır. Bu
dönemde kromatin maddesi yoğunlaşmaya başlar. Leptotene de homolog kromozomlar
duplike olmaya hazırdır. Ayrıca synaptonemal kompleks görünmeye başlar.
3.2.1.1.b. Zigoten (Zygotene)
Erken-orta profaz safhası olarak da bilinir. Bu safhanın en
önemli noktası homolog kromozomların başlangıçta aynı hizaya gelmesi ve sürekli
olarak kısalıp kalınlaşmasıdır. Bu homolog kromozomlar aynı hizaya geldikten
sonra fermuar benzeri bir yapı halinde ve çift olarak bulunurlar. Kromozomların
bu yapısı synaptonemal kompleks olarak adlandırılır.
Daha sonra her bir homolog kromozomun oluşturduğu sinapslar
replike olur ve dört parça haline gelen kromatitler tetratları oluştururlar.
3.2.1.1.c. Pakiten (Pachytene)
Orta profaz aşamasıdır.
Kromozomların parçalanması tamamlanır. Crossing-over gerçekleşir. Kromozomlar
bu safhada kalınlaşır, uzamaya başlar ve demet şeklini alır.
3.2.1.1.d. Diploten
(Diplotene)
Orta-geç profaz aşaması olarak da bilinir. Bu aşamada kısmi
hareketlenme olur ve tetratlar ikişer kardeş kromatit olarak birbirinden
ayrılmaya başlar. Ancak bu kromatitler bazı noktalardan birbirine yapışmıştır
(kiyazma noktaları) ve bu noktalarda parça değişimi meydana gelir
(Crossing-over). Crossing-over çoğunlukla kardeş olmayan kromatitler arasında
görülür.
3.2.1.1.e. Diakinez
Geç profaz dönemdir. Kromatitler birbirinden iyice ayrılır
ancak kardeş olmayan kromatitlerde oluşan kiyazmalar arasında gevşek olan
bağlantılar devam eder ve diakinez tamamlanır. Kromozomlar ekvatoryal düzleme
hareket eder. Profaz I’in finali olarak bilinen bu safha süresince, çekirdek ve
çekirdek membranı kaybolur ve her bir tetratın iki sentromeri yeni oluşmuş
fibriler iplikçiklere bağlanır.
3.2.1.2. Metafaz (Metephase) I
Metafaz I’in başlamasıyla çekirdek membranı tamamen ortadan
kalkar ve tetratlar hücrenin ekvatoral düzleminde aynı hizaya gelmeye başlar.
Ekvatoral düzlemdeki bu kromozom dizisine metafaz plağı denir. Homolog
kromozomların her bir çiftinin sentromerleri metafaz plağının zıt yönlerindedir. Bu durum sadece mayoz
bölünmede vardır. Bu dönemde ipliksel aygıtlar tamamen oluşmuşlardır ve homolog
kromozomların sentromerlerine bağlanırlar.
3.2.1.3. Anafaz (Anaphase) I
nHer bir tetratdaki kromozomlar
ayrılır ve homolog çiftlerin her bir kromatidi arasında bağlantı kalmaz.
Kromozomların her biri iki kromatit şeklinde hücrenin zıt kutuplarına doğru
çekilmeye başlar ve bu yapılara diyad adı verilir. Bu kutuplarda artık yeni
çekirdekler şekillenecektir.
3.2.1.4. Telofaz (Telophase) I
nBu safhada diyadlar kutuplara ulaşır ve yeni hücre
nucleusları oluşarak aynı mitoz bölünmedeki gibi hücre bölünmesi gerçekleşir.
I. mayoz bölünme sonuçlanmış olur ve bir adet diploid kromozomlu hücreden iki
adet diploid kromozomlu hücre meydana gelir. Genel olarak mayoz bölünmenin
telofaz I safhası mitoz bölünmenin telofazından daha kısa sürer.
3.2.2. II. Mayoz (Meios)
Bölünme
Bu bölünme de profaz II, metafaz II, anafaz II ve telofaz II
aşamaları vardır.
I. mayoz bölünmeden farklı olarak bu safhada kromozomların
kendilerini eşlemeleri gerçekleşmez. Diğer tüm aşamalar ise aynıdır.
Kromozomlar kendilerini eşlemedikleri için bir diploid kromozomlu hücreden
haploid kromozomlu iki hücre meydana gelir. Buradaki her bir haploid kromozoma
monad adı verilir. Mayoz bölünmenin sonucu olarak bir adet diploid kromozomlu
germ hücresinden erkekte haploid kromozomlu dört adet spermatit, dişide ise
haploid kromozomlu bir adet oosit meydana gelir.
4. Hücre Bölünmesinin Genetik
Açıdan Önemi
Mitoz bölünme sonunda ana hücre kendisi ile eşit sayıda
kromozoma sahip iki yavru hücre meydana getirir.
Bu bölünme sırasında ana hücrenin sitoplazması da bazı
istisnalar dışında yavru hücrelere eşit olarak pay olur. Kromozom
materyalindeki eşit bölünme mutlaktır.
Dolayısı ile mitoz bölünme sonunda oluşan iki yavru hücre
aynı sayı ve nitelikte kromozoma sahiptir. Yavru hücrelerin aynı genetik
materyale sahip olmalarını sağlayan mekanizma bölünmenin profaz döneminde yer
alan duplikasyon olayıdır.
Bununla beraber yeni meydana gelen hücreler kromozom sayı ve
yapısı yönünden aynı olduğu halde yaşam sürecinde fonksiyonları farklı yönlerde
gelişmektedir.
Mitoz bölünme normal olarak embriyonal hayatın gelişmesi
sırasında, büyüme döneminde ve
rejenerasyon olayları ile ilgili hallerde meydana gelir. Anormal mitoz
bölünme olayları ise kötü huylu tümörlerde görülür.
Eşeysel olarak üreyen organizmalarda her bir yeni fert
babadan gelen bir sperm hücresi ile anadan gelen bir yumurta hücresinin yani
dişi ve erkek iki gametin birleşmesi ile hayata başlar. Canlılarda
fertilizasyondan sonra somatik hücrelerdeki kromozom sayısı iki katına çıkmadan
generasyondan generasyona sabit kalmaktadır. Bunu germ hücrelerindeki mayoz
bölünme sağlamaktadır. Mayoz olayı dişi
ve erkekte birbirine benzer şekilde meydana gelir. Bununla beraber teferruat ve
terminolojide farklar vardır. Her iki cinsiyette mayoz bölünme ile gamet
hücrelerinin meydana gelmesi olayına gametogenesis adı verilir. Bunun
erkeklerdeki şekline spermatogenesis, dişilerdekine ise oogenesis denir
5. Kromozomlar
nHücre bölünmesinin başlamasıyla
kromatin ve kromonemanın meydana getirdiği yapı kromozomlardır. Kromozomlar
genel olarak bir sentromer ve iki koldan (telomer) oluşmuşlardır.
Böyle basit görünüme sahip
olmakla beraber çok yoğun ve sıkıştırılmış bir yapıdadır. Örneğin insandaki
kromozomların birbirine eklenmesi ile 160 milyar kilometrelik şerit
oluşturacağını belirtenler vardır.
Kromozomlar her hücrede çiftler
halinde bulunur, protein ve DNA içerirler. Yapı olarak birbirinin aynısı olan
kromozomlara homolog (eş) kromozomlar
denir.
Memelilerin erkekleri ve kanatlıların dişilerinde diploid
kromozom çiftlerinden bir homolog kromozom çiftinin herbirinin farklı olduğu
belirlendiğinde bu farklı kromozom çiftine cinsiyet (sex) kromozomu, diğer tüm
kromozom çiftlerine ise otozom (somotik, yapısal) kromozomlar adı verilmiştir.
Cinsiyet kromozomları memelilerde x ve y harfleri ile, kanatlılarda ise z ve w
harfleri ile simgelenir. Doğada bulunan bütün türlerin kromozom sayıları sabit
ve o türe özeldir. Aşağıda bazı hayvan türleri ve insana ait kromozom sayıları
verilmiştir.
5.1. Kromozomların Morfolojik
Yapısı:
nSentromer tüm kromozomlarda
bulunmasına rağmen bu yapı ancak bazı kromozomlarda (örneğin, insanda 1, 3, 9
ve 16 nolu kromozomlarda) görülür. Sentromerden daha az boya alır ve
çekirdekcik oluşumu ile ilgili olduğu sanılmaktadır.
5.1.b. Satellit
nİnce bir sapla bazı
kromozomların (örneğin, insanda 13, 14, 15, 21 ve 27 nolu kromozomlarda) kısa
kollarına bağlanan, yuvarlak düğme şeklindeki kromatin materyaline denir. Bu
oluşumun hücre bölünmesinin telofaz safhasının sonrasında çekirdeği tekrar oluşturduğu
sanılmaktadır.
5.1.c. Sentromer
nKromozom üzerinde farklı yerlerde bulunur. Kromozomlara
hareket kazandırırlar. Sentromeri olmayan kromozomlar metafaz safhasında
ekvatoryal düzlem üzerinde yerleşemezler ve elimine olurlar. Sentromer mitoz
bölünmenin anafaz döneminin başında kromozomun uzun ekseni boyunca ikiye
ayrılır ve kromatitler bağımsız hale gelir. Bu kromatitler sentromerlerinden iğ
ipliklerine tutunurlar. Sentromerler kromozomları iki kola ayırır.
Kromozomlar bünyelerinde bulundurdukları sentromerin
lokalizasyonuna göre çeşitli şekillerde isimlendirilirler. Eğer sentromer
kromozomun tam ortasında ise, yani her iki kromozom kolu eşit uzunlukta ise
böyle kromozomlara metasentrik, eğer sentromer kromozomun bir kolu üzerinde
yani kromozomun ortası ile bir ucu arasında bir yerlere yerleşmişse, başka bir
ifade ile kromozom kollarından biri diğerinden biraz daha kısa ise böyle
kromozomlara submetasentrik kromozomlar denir. Sentromer kromozomun bir ucuna
çok yaklaşmışsa veya tam uçta yer almışsa yani kromozomun bir kolu çok kısa ise
bu tip kromozomlara akrosentrik kromozomlar denir. Ayrıca sentromer kromozomun
tam ucunda bulunabilir ki, bu durumda kromozom tek kollu görülür, bu tip
kromozomlara da telosentrik kromozomlar denir.
Kromozomların
morfolojik yapıları göz önüne alınarak yapılan gruplandırmaya karyotip denir
Kromozomların büyüklükleri ve sentromerin yerleşim yeri aynı
bireyde bile farklı olabilmektedir. Zira cinsiyet kromozomlarından X kromozomu,
Y kromozomundan büyüktür ve X kromozomu genellikle metasentrik iken, Y
kromozomu akrosentrik veya telosentriktir. Bu durum sadece germinatif hücre
kromozomlarında değil bazı somatik hücre kromozomlarında da mevcuttur.
Her türün kendine özgü bir karyotipi bulunur. Bir türe ait
bireylerin karyotipleri incelenerek o bireylerin fenotipleri açığa
çıkarılabilir. Hatta karyotipik farklılıklar ile bireyler arasındaki
farkılıklar dahi ortaya konulabilir.
5.2. Periferik Kandan Kromozom
Üretme Tekniği
En sık kullanılan kromozom inceleme tekniğidir. Aktif bölünme devresine girmiş lenfositler bu
tekniğin materyalini oluşturur. Lenfositlerden kromozom üretmek için; içerisine
%20 sığır fötus serumu, antibiyotik (mikrobiyel üremeyi engellemek için), phyto
haemagglutinin (mitozu uyarmak için)
katılmış yapay besi yeri (TC- medium.199, RPMI-1640, Eagle, Early’s, vs)
kullanılır. Heparinli bir tüpe alınan 5-10 ml kan 400 (rpm)’de 10 dakika
santrifüj edilerek eritrositlerin çökmesi sağlanır ve üstteki plazmadan 1-2 ml
alınarak besi yerine katılır ve üreme işleminin gerçekleşmesi için 37 0C’de ki
etüvde 72-90 saat bekletilir.
Üremekte olan hücreler, hücre bölünmesinin metafaz
aşamasında iken çiftler halinde metafaz plağını oluştururlar ve bir hücre için
en fazla kromozom sayısı bu dönemde olur. Dolayısı ile bu dönem kromozomların
incelenmesi için en uygun dönemdir. Bu maksatla hücre bölünmesini engellemek
için ortama 0.25 ml kolsişin eklenir ve etüvde 2-4 saat bekletilerek mitoz
bölünme durdurulur. Dolayısı ile hücre bölünmesi olmaz.
Ekili ortam 1000 rpm’de 10 dakika santrifüj edilerek
üstteki sıvı kısım atılır. Böylece hücre bölünmesinin metafaz aşamasındaki
hücreler tüpün tabanında kalır. Kromozomların iyice yayılmasını sağlamak
amacıyla hücreler bir hipnotik solüsyon ile muamele edilir. Bu amaçla çökelti
üzerine %1’lik sodyum sitrat veya potasyum klorürden 1-2 ml eklenip
karıştırılır ve 10-15 dakika su banyosunda bekletilir. Sonra yine 1000 rpm’de
10 dakika santrifüj edilerek üstteki kısım ayrılır ve atılır.
Bu aşamada süspansiyonun yıkama ve tespit işlemleri için
hazırlanmış olan fiksatif solüsyon (3 kısım metil alkol, 1 kısım asetik asit)
çökeltinin üzerine 2-3 ml ilave edilip karıştırılarak 30 dakika +4 0C’de
bekletilir. Sonra 1000 rpm’de 10 dakika santrifüj edilir, üstte kalan kısım
atılır ve bu işlem sıvı berraklaşıncaya kadar tekrar edilir.
Fiksatif ile karıştırılan solüsyondan biraz alınıp soğuk
bir lam (+4 0C) üzerine yüksekten damlatılır, hipnotik sıvı ile şişen hücreler
parçalanır ve kromozomlar da soğuk lam üzerine yapışır. Hazırlanan preparatlar
alevden geçirilerek kurutulur. Giemsa veya Folgen gibi boyalarla boyanarak ışık
mikroskobun immersiyon objektifinde incelenirler. Uygun bölgelerin fotoğrafları
çekilir ve bilgisayar üzerinde gruplandırılır. Böylece karyotipler hazırlanır.
Bu yöntem ile bir bireyin diploid kromozom sayısı,
kromozom tipleri, kromozom anomalileri vs. hakkında bilgi elde edilir.
5.3. Bant Yöntemi
Ayrıntılı çalışmalarda, periferik kandan kromozom üretme
tekniğindeki gibi hazırlanan preparatlar spesifik boyalarla boyanır. Boyanan
kromozomlarda açıklı koyulu bölgeler oluşur. Koyu bölgelere bant adı verilir.
Bantlar kullanılan boya ve tekniklere göre Q (Quinakrin),
G (Gimza), C (Constitutive gimza), QM (Quinakrin Mustard), T (Telometrik
gimza), R (Reverse gimza) bandı gibi
farklı isimler alırlar.
Bu yöntemle kromozomlar üzerindeki gen lokuslarına ulaşmak
mümkün olduğu gibi kromozom haritaları da çıkarılabilir.
5.4. Özelleşmiş Kromozomlar
5.4.1. Politen (Polytene) Kromozomlar
Bu kromozomlar bazı uçan böceklerin, protozoonların ve
bitkilerin farklı dokularındaki somatik hücrelerde büyük oranda bulunmaktadır.
Hücre bölünmesinin interfaz safhasında çekirdekte görülürler ve yapılarında
genetik materyal bulundururlar. Her bir politen kromozom ışık mikroskobu
altında incelenmiş, bunların bant ve bantlar arası çizgi halindeki serisi
ortaya konulmuştur.
Bant örnekleri her bir kromozom için farklıdır. Her bir politen kromozomun
uzunluğu 200-600 µm kadardır. Bu hacim büyüklüğü ve farklılığı DNA
ipliklerinden kaynaklanmaktadır. Bu kromozomların DNA’ları replikasyon
sonucunda yuvarlak bir şekil alırlar ama sitoplazmik bölünme ya da ayrılma DNA
ipliğinde meydana gelmez. Replikasyon ürünü olarak, kromozomlar 1000-5000 DNA
ipliği meydana getirir. Bunların biri diğerine parelel durumdadır.
Politen kromozomların ve genlerin bu yapıları arasındaki
farklılık dikkat çekicidir.
Bu kromozomlardaki bantların mevcudiyeti bireysel genlerin
açıkca görülmesine ve yorumlanmasına neden olur. Kromozomların genetik
aktivitesinde düz olarak lokalizasyona maruz kalan bantlarda mevcut olan
iplikcikler görülmeye başlandığı zaman bu görünüm fark edilebilir. Böyle
görülen DNA ipliği Puff olarak adlandırılır.
Politen kromozomların antikor boyanmasında kırmızı şişkin
bölgeler puff olarak adlandırılır.
5.4.2. L ambraş (Lampbrush)
Kromozomlar
Özelleşmiş kromozomların bir diğer tipi olan Lampbrush
kromozom kromozomların iç yüzünün anlaşılmasını sağlamıştır. Bu tip kromozom
hem bazı insektisitlerin spermatositlerinde hem de birçok vertebralıların
oositlerinde karakteristik olarak bulunur.
Lampbrush kromozomlar normal germ hücre kromozomlarının
kıvrımlı yada düz hali olarak yorumlanırlar. Bu tip kromozomlar halkalar
halindedir ve merkez eksenin iki DNA heliksinden meydana geldiği şeklinde
yorumlayanlar olduğu gibi, her bir krozomal halkanın çift heliks yapılı bir
DNA’dan meydana geldiği şeklinde yorumlayanlar da vardır.
Bu hipotez her bir kromozomun kardeş kromatit çiftinden
meydana geldiği görüşünü doğrulamaktadır.
Polytene ve Lampbrush kromozomların genetik bilginin
fonksiyonu ve düzenlenmesinde fayda sağladığı yapılan çalışmalarla ortaya
konmuştur.
6. Genler
Yunanca doğum ya da başlangıç anlamındaki ‘’genos’’
kelimesinden köken alan ve yaşamı belirleyen genler, DNA sarmalında yer alıyor.
Ancak genler DNA’nın % 2 ile % 4’ünü oluşturuyor. Geri kalanına ise ‘’boş’’ DNA
deniyor.
Genler hücrelerin dolayısıyla da canlıların kalıtsal
özellikerinin, yaşamları için gerekli olan proteinlerin, enzimlerin, diğer
makro ve mikromoleküllerin kodlarını taşıyan, türlerin ve bireylerin farklı
özellikerinin oluşmasını sağlayan ayrıca bu özelikler yeni generasyonlara
aktarılmasından sorumlu olan, kromozom üzerinde lokalize olmuş, değişik
uzunlukta (kodladığı proteinin büyüklüğüne göre) DNA sekanslarıdır.
Gen’ler aynı zamanda,
canlılardaki bütün genetik, biyokimyasal, fizyolojik olayların denetimini ve
doğru yönde ilerlemesini de kontrol ederler. Bir kromozom üzerinde
prokaryotiklerde 2000–3000 ve ökaryotiklerde de 50000–100000 arası gen
bulunmaktadır. İnsanlar da ise 28 bin ile 140 bin arasında gen olduğu
sanılıyor.
Aşağıdaki tabloda bazı
organizmalarda gen ve baz sayıları gösterilmiştir.
Bir genin kromozom üzerinde
bulunduğu bölgeye lokus, çok sayıda genin kromozom üzerinde bulunduğu bölgeye
ise loci denir.
Bir kromozom üzerinde yüzlerce
gen bulunur.
Hücre çekirdeği ve diğer bazı
hücre organellerinin içinde bulunan kromozomların moleküler yapısı ya
Deoksiribonükleik asit’ten (DNA) ya da Ribonükleik asit’ten (RNA) oluşmuştur.
6.1. Genlerin Kimyasal Yapısı
İsviçre’de Mischer adında bir
kimyacı 1869 yılında balık sperm hücresinin nukleusundan bir madde izole
etmiştir. Bu madde proteine benzemekle beraber asit özelliği göstermektedir.
Hücre nukleusundan elde edildiği için bu maddeye nukleik asit adı uygun görülmüştür.
Nukleik asit hayvan ve bitki hücresi nucleuslarından da elde
edilmiştir. Nukleik asitler Mischer’in zamanından beri bilinmekle beraber
onların kalıtımı sağlayan maddeler oldukları ancak 1944 yılında pneumokokların
incelenmesi ile mümkün olmuştur.
Pneumokokların iki çeşidi vardır. Birisi kapsüllü ve
patojendir. Diğeri ise kapsülsüz ve patojen değildir. Amerika da Avery ve
çalışma grubu kapsüllü pneumokokları kültürde üretip farelere enjekte
ettiklerinde farelerde pneumoni ve ölümler meydana geldiğini, kapsülsüz
hücrelerin kültüründen enjeksiyon yaptıkları farelerde ise herhangi bir
hastalığın şekillenmediğini saptamışlardır. Kapsüllü pneumokokların kültüründen
daima kapsüllü hücreler elde edilirken kapsülsüz hücrelerin kültüründen de
daima kapsülsüz pneumokoklar elde edilmiştir.
Araştırıcılar kapsüllü pneumokok nucleuslarından izole
ettikleri Deoksiribo Nukleik Asiti (DNA), kapsülsüz hücrelerin üretilmekte
olduğu kültür ortamına katmışlar. Bu kültürde daha önce hiç kapsüllü pneumokok
görülmezken, ortama DNA ilavesinden sonra meydana gelen yavru hücreler arasında
kapsüllü hücreler de görülmeye başlanmıştır. Kültürden farelere yapılan
enjeksiyon da pneumoni meydana getirmiştir. Bu çalışmalarla kalıtımda rol
oynayan maddenin DNA olduğu ortaya konulmuştur.
Genetik şifre olarak adlandırılan nükleik asitler genellikle
5 karbonlu şeker, organik baz ve fosforik asitten meydana gelmiştir.
Bu zincirdeki 5 karbonlu şekerin yapısının deoksiriboz ya da
riboz olmasına göre nükleik asit DNA ya da RNA yapısında olur. DNA çoğunlukla
hücre çekirdeğinde ve az miktarda mitokontride, RNA ise çoğu sitoplâzmada geri
kalan kısmı ise çekirdekte bulunmaktadır.
Nükleik asit yapısındaki
organik bazlar pürin ve pirimidin’den meydana gelmiştir. Pürin bazlar adenin ve
guanin, pirimidin bazlar ise citosin, timin ve urasil’dir.
Bu organik bazlardan birisi ile
şekerin birleşmesinden nukleositler; bir nukleosit ile fosforik asidin
birleşmesinden ise bir nukleotid meydana gelir.
nDNA ve RNA zinciri birçok
nukleotidin birbirine fosfodiester bağı ile bağlanması sonucu meydana gelmiş
bir polinukleotidden ibarettir. DNA molekülünün yapısı oluşurken adenin
karşısına daima timin; guanin karşısına daima sitosin gelir.
Kalıtsal bilgiyi taşıyan DNA
molekülü daima çift sarmallı doğrusal yapıda bulunmayabilir, örneğin; E. Coli
bakterisinin DNA’sı halkasal yapılı olarak tespit edilmiştir
6.2. DNA’nın Biyokimyasal
Yapısı
DNA yapısı itibarı ile düşük pH’ya sahiptir (pH=4). Çift
sarmal yapılı bir DNA molekülünün pH’ı 4 – 11 olan çözeltilerde oldukça stabil
iken, bu sınırlar dışında çift sarmal yapı açılır ve DNA tek sarmal halinde
kalır. Bir DNA molekülü tuzlu su içerisinde 70- 80 oC’ ye kadar ısıtıldığında
organik bazlar arasındaki zayıf hidrojen bağları kopar ve çift sarmal yapı
açılarak DNA molekülü tek iplikçik haline dönüşür.
6.2.2. Vizkosite
Çift sarmallı bir DNA, tek sarmal yapılı bir DNA’ya göre daha
vizkoz bir yapıya sahiptir. Bu nedenle vizkozite ölçümü ile DNA’nın tek ya da
çift sarmallı olup olmadığı anlaşılabilir.
6.2.3. Sedimentasyon
DNA’nın belli bir molekül ağırlığı ve sedimentasyon sabitesi
vardır. Bu ultrasantrifüj yöntemi ile belirlenebilir. Dansitesi belli olan bir
DNA molekülü ile belli olmayan bir DNA molekülü bir tüp içerisinde santrifüj
edildiğinde dansitesi bilinmeyen DNA, bilinen DNA molekülünün durumuna göre
kıyaslanabilir. Yani dansitesi bilinmeyen DNA molekülü, bilinene göre tüpün
daha yukarısında band oluşturuyorsa bunun dansitesi daha düşüktür denilir. Bu
durumun terside mevcut olur. Ayrıca tek sarmallı DNA molekülü çift sarmallıya
göre daha yukarıda band oluşturur. DNA molekülünün bu özelliği sayesinde
dansitesi bilinmeyen iki DNA molekülü arasında tek ya da çift sarmallı olup
olmadıkları hakkında karar verilebilir.
6.2.4. Denatürasyon
20- 25 oC ve pH 7’de stabil olan çift sarmallı bir DNA
molekülü 70–90 oC’de ve düşük pH’da tutulursa çift sarmal yapısı ayrılır. Bu
duruma erime denir. Çift sarmal yapının ayrılmaya başlaması ilk önce adenin-
timin baz çiftlerinden başlar ve sonra guanin- sitozin baz çiftleri ayrılır.
Bunun sebebi adenin ve timin arasındaki 2H bağının, guanin ve sitozin
arasındaki 3H bağından daha kolay ayrılmasıdır. Çift sarmal yapısı ayrılmış
olan DNA molekülü kendi halinde soğumaya bırakılırsa tekrar çift sarmal haline
geçebilir ki bu duruma da denatürasyon denir.
6.3. GeninTemel Fonksiyonları
Bir canlının hayatını
sürdürebilmesi ve neslini devam ettirebilmesi tamamen genlerin kontrolü
altındadır. Bu bağlamda genlerin bu karmaşık olaylar dizisini yönetmesi, sahip
olduğu iki temel fonksiyona bağlıdır. Bu fonksiyonların birincisi DNA’nın kendi
kendini eşlemesi yani self duplikasyon, ikincisi ise sahip oldukları bilgiyi
RNA vasıtasıyla hücreye veya fenotipe aktarması yani RNA sentezi
(transkripsiyon)’dir.
6.3.1. Self Duplikasyon
Kalıtsal materyal olan DNA’nın en önemli özelliği kendi
kendisinin bir kopyasını yapabilmesidir, yani kendisini replike edebilmesidir.
Bu özelliği ile DNA kendisinin aynısını yeni nesillere aktarma yeteneği
kazanmış olur.
DNA’nın replikasyon mekanizmasının farklı şekillerde olduğuna
dair görüşler ileri sürülmüştür. Bunlar;
a.
Konservatif DNA Replikasyonu: Bu düşünceye göre DNA çift sarmal halde iken kendi etrafında
dönerek bir ucundan diğer ucuna kopyasını yapmaktadır.
b. Dispersif DNA Replikasyonu:
Bu modele göre, DNA belirli bir
zaman diliminde kendisinin belirli bölümlerini kopyalamakta ve bu kopyalama işi
tamamlanınca parçalar birleşerek yeni DNA molekülünü meydana getirmektedir.
c.
Yarı Konservatif DNA Replikasyonu:
nBu model diğer iki modelin yanlışlığını ispatlamış ve bugün
kabul edilen model olmuştur. Buna göre; DNA çift sarmal yapılı halden ayrılarak
tek zincirli hale gelmekte ve her zincir kendisinin kopyasını yaparak iki DNA
molekülü oluşturmaktadır.
Mekanizma basite indirgenirse DNA tıpkı bir fermuara
benzetilebilir.
DNA molekülü kapalı bir fermuar, bir polinükleotid zinciri de
fermuarın bir yarısı olarak düşünülebilir. Fermuarın sürgüsü tam olarak çekilip
öbür uçtan çıkarıldığında fermuar açılır ve iki yarı birbirinden ayrılır. Her
bir yarının yeni bir fermuar meydana getirdiği varsayılırsa gen duplikasyonunun
mekanizması anlaşılmış olur
6.3.2.RNA Sentezi
(Transkripsiyon) **********
nKalıtsal unsurları taşıyan DNA’nın ikinci önemli görevi
protein sentezini yöneterek fenotipin oluşumunu sağlamaktır. Bu fonksiyonun
oluşabilmesi için RNA gibi yardımcı moleküllere gereksinim vardır. RNA’da DNA
gibi nükleotid moleküllerinden oluşmuş ve RNA’da 3ı- 5ı fosfodiester bağı ile
birbirine bağlanmıştır.
RNA, protein ile DNA
arasındaki aracı bir maddedir ve hem hücrenin çekirdeğinde hem de sitoplâzmada
yer alır. Miktarı protein sentezine bağlı olarak değişir. DNA kendi kendini
eşleyebildiği gibi kendine uygun bir RNA’da sentezleyebilmektedir. Böylece DNA’da
mevcut genetik şifre RNA’ya aktarılmaktadır. DNA’dan RNA sentezlenmesine RNA
sentezi (transkripsiyon), RNA’dan protein sentezlenmesine ise protein sentezi
(translasyon) denir.
DNA ile RNA arasındaki farklar;
1. DNA’da şeker ünitesi deoksiriboz iken RNA’da riboz’dur. Riboz ve
deoksiriboz arasındaki fark deoksiribozda pentozun 2 numaralı karbonundaki OH
grubunun yerini H’nin almasıdır.
DNA yapısında deoksiriboz
bulunması RNA’ya göre daha fazla dayanıklı olma özelliği kazandırdığı ileri
sürülmektedir.
2. Bazı virus RNA’ları
hariç RNA’lar genel olarak tek zincirlidir. Ancak bazı RNA molekülleri (tRNA ve
rRNA gibi) kendi moleküllerinin belli bölgelerinde çift zincir yaparlar. Bu
çift zincir oluşumunda adeninin karşısına urasil (A=U), guaninin karşısına sitozin
(G=S) gelir. Dolayısı ile DNA’daki timin bazı yerine RNA’da urasil bazı vardır.
RNA sentezi bazı noktalardaki farklılıklar hariç, DNA
sentezine benzemektedir. RNA sentezi için önce DNA sarmal yapısı açılır, iki
polinükleotid zincirinden birisi RNA yapımı için aktif hale gelir. Bu zincire
templeyt (kalıp) iplikçik denir.
Transkripsiyonda RNA polimeraz
enzimi, RNA sentezinin DNA’nın hangi noktasında başlayacağını belirler. 3 çeşit
RNA polimeraz enzimi vardır.
a. RNA
polimeraz I: Bazı
rRNA’ların (1.85, 5.85, 2.85 gibi) transkripsiyonundan sorumludur
6.4. Protein Sentezi
(Translasyon)
Sitoplâzmada gerçekleşen protein sentezi, DNA’da saklı
genetik bilginin fenotipi nasıl oluşturduğunu açıklamaktadır.
Protein sentezinde, sitoplâzmaya geçen mRNA ribozom üzerine
monte olur sitoplâzmada bulunan tRNA’larda ortamdaki aminoasitleri yakalayarak
ribozom üzerine getirirler ve sırası gelmişse taşıdıkları aminoasiti uygun olan
kalıba yerleştirirler. Uç uca peptit bağı ile eklenen aminoasitler bir protein
molekülünü oluştururlar.
Protenlerin sentezinde
aminoasitlerin yarısını mRNA belirler ve bu mRNA da DNA tarafından oluşturulur
(transkripsiyon). mRNA üzerinde birbirini izleyen 3 nükleotid bir bilginin veya
bir emrin şifresini taşır. Bu üçlü nükleotid grubuna kodon adı verilir.
RNA’da 4 adet nükleotid çeşidi bulunmaktadır. Bu
nükleotidlerden her birinin 3’lü olarak yan yana gelmesi durumunda 43= 64 adet
kodon oluşur.
Her bir kodon 1 şifre her şifre de bir aminoasit belirttiğine
göre; 64 kodon 64 aminoasiti belirleyebilir.
Ancak protein yapımında 20 aminoasit görev yapmaktadır.
Buna göre 44 kodon artmaktadır. Bunların bazılarının
proteinlerin başlama ve bitim noktalarını belirlediği, bazılarının ise boş
şifreler olduğu sanılmaktadır.
6.4.2. Uzama Basamağı
Bu basamakta ribozomun A bölgesine, başlangıç kodonundan
sonraki kodona uygun aminoasit taşıyan tRNA yerleşir. Sonra P bölgesinde ki
başlangıç tRNA’sının aminoasiti ile A bölgesinde ki aminoasit arasında peptid
bağı kurulur. Bu bağın oluşumunu Peptid 1 transferaz enzimi kataliz eder. Bu
reaksiyon sonucunda başlangıç aminoasiti A bölgesinde ki tRNA’ya aktarılmış
olur ve başlangıç tRNA’sı boşalır. Böylece ribozomlar mRNA üzerinde bir
kodonluk mesafe kadar ilerler. A bölgesinde ki 2 aminoasitten ibaret peptidi
taşıyan tRNA P bölgesine geçer. Bu olaylar dizisi A bölgesine herhangi bir
aminoasiti şifreleyen ‘Sonlan’ emri gelinceye kadar devam eder.
Ribozom üzerinde ki tüm bu olaylarda enerji kaynağı olarak
GTP (Guanisin tri fosfat) kullanılır.
6.4.3. Sonlanma Basamağı
70S’lik başlangıç kompleksindeki A bölgesine ‘Sonlan’
kodonlarından herhangi birisi gelirse (Bu kodonlar UAA, UAG ve UGA’dir) bu
kodona uygun tRNA antikodonu mevcut olmadığı için yeni bir tRNA bağlanamaz.
Ancak P bölgesindeki tRNA’ya bir polipeptid bağlanır, bunun ayrılmasını da
Peptid 1 transferaz enzimi katalizledikten sonra protein sentezi bitmiş olur.
Ribozomlar üzerinde aminoasitlerin sıralanması mRNA’daki organik bazların
sıralanmasına bağlıdır. Organik baz sırasında meydana gelecek herhangi bir hata
yanlış bir şifreye, bu da protein yapısında yanlış bir aminoasitin yer almasına
neden olur. Bazen bir veya birkaç yanlış aminoasitin varlığı fenotipte fark
edilmeyebilir. Ama bazen de yanlış bir aminoasit ferdin yaşama gücünü
yokedebilir.
Hemoglobin 300 aminoasitten
meydana gelen bir proteindir. Normal hemoglobin ile orak hücreli hemoglobin
arasındaki tek fark, normal hemoglobindeki glutamik asitin yerini valinin
almasından ibarettir.
Yani 300 aminoasitten bir
tanesinin yanlış olması insanlarda hemoglobin bozukluğuna, dolayısı ile yaşama gücünün yok olmasına neden olmaktadır. Sözü edilen
anemi hastalığının kalıtımını aşağıdaki gibi şematize edebiliriz.
IV.BÖLÜM
Johann Mendel 1822 yılında şuan Çek Cumhuriyeti sınırları
içinde bulunan Heinzendorf köyünde doğdu. 1843 yılında Brno kentindeki bir
manastıra girdi ve farkında olmadan ilk genetik çalışmalarına burada başladı.
1851- 1853 yılları arasında Viyana Üniversitesinde fizik ve botanik çalıştı.
1854 yılında tekrar manastıra döndü 1856 yılında ilk defa bahçe bezelyelerinde
monohibrit çalışmalarını gerçekleştirdi. Yaptığı çalışmaları 1865 yılında
bilimsel bir kongrede sundu ve bugün genetiğin temellerini oluşturan bilgileri
ortaya koydu.
1.
Mendelin Çalışmaları
Mendel ilk olarak bahçe bezelyelerinin belirli türleri
arasında yaptığı birleştirmelerin sonuçlarını bildirmiştir. Daha sonra dihibrit
ve trihibrit birleştirmeler yaparak genetik alanında bir çığır açmıştır.
nMendel çalışmalarını aşağıdaki prensibler doğrultusunda
gerçekleştirmiştir.
a.Öncelikle komplike karakterler yerine tek bir
karakter üzerinde çalışmayı tercih etmiştir.
b.Fenotipte herhangi bir karışıklığa yol
açmayacak olan karakterler arasında çalışmaya özen göstermiştir.
c. Birleştirmelerde kullandığı ebeveynlerin saf
yapılı olmasına çok dikkat etmiş ve bunları nesiller boyunca takip ederek,
saflıklarını doğrulamıştır.
d. Mendel çalışmalarında elde ettiği yeni
nesiller ile bunların ebeveynlerinin kayıtlarını tutmuş ve bireyleri
özelliklerine göre gruplandırmıştır.
e. Çalışmalarında bir grup üzerinde devamlı
tekrarlayan birleştirmeler yapmış ve her generasyonun birbirinin aynısı
olduğunu saptamıştır.
f. En önemlisi de, elde ettiği verileri sayısal
değerlere bağlamış ve bunların ölçülebilirliğini ortaya koymuştur.
Mendel yaptığı çalışmalarla; genetik bilimi ve karakterlerin
kalıtımı konularının açıklanmasına temel teşkil edecek yeni bilgiler ve
terminolojiler ortaya koymuştur.
Canlıların sahip olduğu kalitatif karakterlerin en az bir
çift gen tarafından determine edildiğini bildirmiştir. Bu genlerin birisi
anadan diğeri babadan gelir. Allel gen adı verilen bu genler; homolog
kromozomların aynı lokusunda yer alırlar ve kalıtımda birbirlerinin yerine
geçebilirler. Allel genlerden etkisini önce gösterenin determine ettiği
karakter fenotipte belirginleşir. Bu etkisini gösteren gene dominant, etkisini
gösteremeyen gene ise resesif gen denir. Allel genlerin ikisinin de etkisi
birbirini engelleyemez ise bu duruma intermediyerlik (eş baskın) denir. Allel
genlerden dominant etkili olanlar büyük harf veya harf üstüne işaretler
konularak, resesif etkili olanlar ise küçük harfle belirtilir (A, a; R, r; 1A,
1B, i gibi).
Babadan gelen erkek cinsiyet gameti ile anadan gelen dişi
cinsiyet gametinin birleşmesi ile meydana gelen yeni hücre zigot adını alır.
Zigot gametlerin şekline göre; homozigot veya heterozigot
olabilir. Anaya ve babaya ait gametler aynı genleri taşıyorlarsa bunlardan
meydana gelen zigot homozigot, farklı genleri taşıyanlarsa heterozigottur.
Birleştirmeler yapılırken üzerinde durulan karakterler için de homozigot ve
heterozigot deyimleri kullanılır. Bir karakter bakımından homozigot yapılı
canlı daima aynı gen veya genlere sahip gametler meydana getirir. AA genotipli
bir canlının bütün gametleri A genini taşır. aabb genotipindeki bir canlı ise
ab genleri taşıyan gametler meydana getirir. Homozigot yapılı canlılar kendi
aralarında birleştirilirse her zaman kendilerine benzer yavrular meydana
getirirler. Yani yavrularda homozigot yapılı olurlar.
Homozigot
Homozigot
Parenteral
generasyon(P): aabb♂ x aabb♀
Gametler
(G) : ab
ab
Yavru
generasyon (F1): aabb Homozigot
Heterozigot bir canlı ise söz konusu karakter veya
karakterler için gametlerinde farklı genlere sahiptir. Aa genotipindeki bir
canlı ½ A, ½ a genlerini taşıyan gametleri meydana getirir. Heterozigot iki
birey birleştirilirse; elde edilen yavrular 3 farklı genotipe sahip olurlar. %
50’si homozigot, % 50’si heterozigot yapılıdır.
Heterozigot Heterozigot
P Aa ♂ x Aa ♀
G A a A a
F1 AA Aa Aa aa
%25 %50 %25
Homozigot
Heterozigot Homozigot
Bunlar beklenen oranlardır. Bu oranlardan sapmalar olabilir.
Bu sapmalar istatiki olarak ki-kare metodu ile kontrol edilebilir.
Hayvanlardaki renk, boynuz gibi kalitatif özelliklerin
kalıtımı mendel kurallarına uygun olarak şekillenir.
2. Mendel Kuralları
Aynı karakter bakımından değişik özelliklere sahip saf yapılı
iki bireyin birleştirilmesi sonucu elde edilen F1 (Filial 1. generasyon)
yavruları üniform yani bir örnek yapılıdır.
Sığır türü içerisinde Aberdeen Angus ırkının beden rengi
siyahtır. Angler ırkının ise kırmızıdır. Bu ırkların erkek ve dişilerinin
birleştirilmesinden her defasında doğan buzağılar birbirine benzer ve siyah
renkli olurlar. Burada siyah rengi determine eden gen kırmızılığı sağlayan gene
karşı dominanttır.
Üniformite kuralını yonca
bitkisinden örnekle de açıklayabiliriz. Saf yapılı iki ayrı yonca varyetesinin
birleştirilmesi sonucu elde edilen F1 generasyonu yavru bitkiler genotip olarak
heterozigot yapılı olup, fenotip olarak aynı renk ve şekle sahiptirler.
2.2. Dağılım Kuralı
Birinci filial (yavru)
generasyon (F1) fertlerinin erkek ve dişileri kendi aralarında birleşmesi ile
meydana gelen ikinci flial (F2 yavru)
generasyon fertlerinin sahip olduğu karakterler, kalıtım şekline göre belli bir
oranda dağılım gösterirler. Buna
dağılım kuralı denir. Kalıtım
şekline göre iki oran görülür.
2.2.1. Dominantlık-Resesiflik
Üzerinde durulan karakteri tayin eden genler arasında
dominantlık-resesiflik varsa, bu karakterleri taşıyan paranteral generasyondan
elde edilen F2 generasyonu bireyleri arasındaki dağılım oranı 3:1’dir.
Yukarıdaki Aberdeen Angus ve Angler sığır ırklarının
birleştirilmesini burada da örnek olarak şematize edebiliriz. İki ırkın
birleştirilmesinden elde edilen (F1) bireyleri heterozigot yapılı ve siyah
renkli idi. Bunların erkek ve dişi fertleri kendi aralarında
birleştirildiğinde; Meydana gelen (F2)
bireylerinde 2 fenotip görülür. Bu fenotiplerin bireylerdeki dağılım oranı ise
3:1 şeklinde gerçekleşir.
2.2.2.
İntermediyerlik
Üzerinde durulan karakterin kalıtım şekli intermediyer ise bu
karakteri taşıyan paranteral generasyon fertlerinden elde edilen F1 generasyonu
fertler, ebeveynlerin ikisine de benzemez.
İntermediyer
kalıtım şekline ve bu kalıtım şeklini gösteren karakterlere sahip bireylerde
dağılım oranını ortaya koyabilecek diğer bir örnek; Shorthorn sığır ırkında
beden renginin kalıtımıdır
R= Kırmızı
r = Beyaz
Homozigot Homozigot
P RR ♂ X r r ♀
Kırmızı Beyaz
G R
R r r
F1 Rr (Heterozigot)
Kırçıl
F1 Rr ♂ X Rr ♀
G
R r
R r
Homozigot Heterozigot Homozigot
F2 RR Rr rR rr
Kırmızı Kırçıl Beyaz
1 2 1
2.3.
Gametlerin (Genlerin) Bağımsızlığı Kuralı
Mendel canlıların fenotipinde ortaya çıkan kalitatif
karakterlerin, o canlının genotipindeki kalıtsal faktörler (genler) tarafından
tayin edildiğini, genlerin yeni nesillere çiftler halinde geçtiğini, bu gen
çiftlerinden herbirinin bir gamet hücresinde bulunduğunu ortaya koymuştur. Yani
genler birbirinden bağımsız olarak dölden döle geçmektedir. Akşam sefası
(Mirabilis Jalapa) bitkisinin kırmızı, beyaz ve pembe çiçekli varyeteleri
vardır.
Kırmızı ve beyaz varyeteler saf (homozigot) yapılıdır.
Bunlardan elde edilen F1 bireylerin fenotipinin pembe olması, sanki beyazlığı
oluşturan r geninin kaybolduğu şüphesini doğuruyor.
Ama öyle olmadığını genetik
bünyede bulunan genlerin bağımsız hareket ettiklerini test (geriye)
birleştirmesi ile ortaya koymak mümkündür.
3. Punnett Karesi
Fertilizasyon süresince gametlerin yeniden oluşmasından
kaynaklanan fenotip ve genotipler bir Punnett karesinde kolaylıkla
gösterilebilir. Punnett karesinde F1 bireylerinin kendi aralarında
birleştirilmesi sonucunda oluşan gametler fertilizasyon sonucunda ki F2
bireylerinin genotipi ve oranlar gösterilebilir.
4. Birleştirmeler
Mendel tarafından yapılan en basit birleştirme şeklidir.
Burada; aynı türden olan ve bir karakter bakımından zıt özellik gösteren iki
bireyin birleştirilmesi söz konusudur.
Mendel monohibrit birleştirmede uzun saplı ve kısa saplı
bezelyeleri kullanmıştır. Bu bitkiler kendi aralarında birleştirildiklerinde
uzunluk ya da kısalık nesilden nesile devam ederken, Mendel uzun ve kısa
karakterli bezelyelerin melezlenmesi sonucunda oluşan yeni nesillerin (F1)
hepsinin uzun karaktere sahip olduğunu saptamıştır. Daha sonra bu F1 bireyleri
kendi aralarında birleştirince oluşan 1064 adet (F2) yavru bezelyenin 787’sinin
uzun, 277’sinin ise kısa olduğunu görmüştür. Bu çalışma sonucunda oluşan F2
bireylerinde uzun ve kısa karakterlerin oranı 2,8 : 1,0’dır. Bu oran 3 : 1
oranını karşılamaktadır. Mendel daha sonraki çalışmalarında da farklı
özellikler bakımından aynı oranları saptamıştır.
Sonuç olarak monohibrit birleştirmelerde ebeveyin
generasyonundaki özelliklerin F2 generasyonunda 3 : 1 oranında bir dağılım
gösterdiği rakamsal olarak kanıtlandığı gibi, akşam sefası bitkisinde
monohibrit birleştirme sonucu meydana gelen
fenotipik ve genotipik oranlar da yandaki şekilde şematize edilmiştir.
4.2. Bir Karakter İçin Test Birleştirmesi
Mendel yaptığı çalışmalardan elde ettiği F2 generasyonundaki
uzun saplı bitkilerin genotiplerinin DD ya da Dd (D uzun, d ise kısa saplılığı
determine etmektedir. D, d’ye karşı dominanttır) olduğunu önceden tahmin
edebilmekteydi. Bu tahmini deneysel olarak açıklayabilmek için; bugün dahi
kullanılan ve bireylerin genotipik yapılarını ortaya koyabilen bir test
birleştirmesi metodu geliştirmiştir. Bu metot da; genotipi bilinen homozigot
resesif bir birey ile genotipi bilinmeyen bir bireyin birleştirilmesi sonucu
oluşan yeni generasyonda ki bireylerin fenotipik dağılımının incelenmesi ile
genotipi bilinmeyen birey hakkında karar verilir.
Bunu bir örnek ile açıklayalım; boy uzunluğunu determine eden
gen D, kısa boyluluğu determine eden gen ise d ile ifade edilsin. D’nin, d’ye
karşı dominant olduğu bilinmektedir. Bu durumda homozigot resesif bir genotiple
(dd) birleştirilen bir bireyden meydana gelecek yeni generasyonların tamamı
kısa boylu olursa o zaman bilinmeyen genotipin de homozigot resesif olduğuna
karar verilir.
Homozigot resesif Homozigot resesif
P dd ♂ X dd ♀
G
d
d
Homozigot
F1
dd (kısa)
Yeni meydana gelen bireylerin yarısı kısa,
yarısı uzun olur ise bilinmeyen genotipin heterozigot (Dd) olduğuna karar
verilir.
Heterozigot
dominant Homozigot
resesif
P Dd
♂ X dd♀
G D
, d d
Heterozigot dominant
homozigot resesif
F1 Dd (uzun) dd (kısa)
½ ½
Ancak yeni
oluşacak bireylerin tamamı da uzun olursa o zaman bilinmeyen genotipin
homozigot dominant (DD) olduğuna karar verilir.
Homozigot dominant Homozigot resesif
P DD ♂ X dd♀
G D d
Heterozigot
dominant
F1 Dd (uzun)
4.3. Dihibrit Birleştirme (Dihibridismus)
İki karakter bakımından farklı bireylerin çiftleştirilmesine
dihibrit birleştirme, bu olaya da dihibridismus denir. Böyle bir birleştirmeden
elde edilen F1 generasyonundaki bireylerde sadece bir tane fenotip ortaya çıkar
iken, F2 generasyonunda oluşaçak birey sayısı 16 fenotip sayısı ise 4 tür. Bu
bireylerdeki fenotip dağılım oranı da 9:3:3:1 şeklinde olur.
Dihibridismusu Aberdeen Angus ve Angler sığır ırklarının
birleştirilmesi örneği ile de açıklayabiliriz. Angus ırkı sığırlar siyah renkli
ve boynuzsuzdur, buna karşın Angler ırkı sığırlar ise kırmızı renkli ve
boynuzludur. Bu karakterleri determine eden genleri simge olarak şu şekilde
sıralayabiliriz.
P = Boynuzsuzluk
P = Boynuzluluk
B = Siyah
renk
b = Kırmızı
renk
B>b P>p
Dominant Dominant
Saf yapılı Angus (BBPP) ve saf yapılı (bbpp) Angler ırkı
sığırların erkek ve dişileri birleştirilince F1 generasyonu yavrular elde
edilir. Bu bireylerin genotipleri heterizigot yapılı, fenotipleri ise siyah
beden renginde ve boynuzsuzdur. Bu F1 generasyonu bireylerin erkek ve dişileri
kendi aralarında birleştirilerek elde edilen F2 generasyonu bireylerin sahip
oldukları genotip ve fenotipler dihibridismus olayındaki dağılım sonuçlarını
ortaya koyar.
Bu birleştirme
aşağıdaki gibi şematize edilebilir.
Aberdeen Angus
Angler
Homozigot Homozigot
P BBPP
♂ X bbpp♀
Siyah-Boynuzsuz Kırmızı-boynuzlu
G BP bp
Heterozigot
F1 BbPp
(Siyah-
boynuzsuz)
Heterozigot Heterozigot
F1 BbPp♂ X BbPp♀
Siyah-boynuzsuz Siyah-boynuzsuz
G BP, Bp, bP, bp BP, Bp, bP,
bp
4.4. İki Karakter İçin Test Birleştirmesi
İki karakter bakımından yapılan test birleştirmesinde
genotipi bilinmeyen bir bireyin homozigot mu yoksa heterozigot mu olduğu
anlaşılabilir. Bunun için; iki karakter bakımından da homozigot resesif
genotipli (bbpp) olan bir birey ile
genotipi bilinmeyen birey birleştirilir ve oluşacak bireylerin fenotiplerinin
dağılım oranına bakılarak karar verilir. Burada elde edilecek bieylerde
fenotipik dağılım oranı 1:1:1:1 şeklinde olursa, genotipi bilinmeyen bireyin
her iki karakter yönünden de heterozigot yapılı olduğuna karar verilir.
Fakat yeni oluşacak bireylerin kaarakterlerinin fenotipik
dağılımı 1:1 oranında gerçekleşirse; bu durumda genotipi bilinmeyen bireyin bir
karakter bakımından homozigot, diğer karakter bakımından da heterozigot
genotipli olduğuna karar verilir.
Heterozigot Homozigot
P BBPp ♂ X bbpp ♀
Bir karakter homozigot Homozigot resesif
Diğer karakter heterozigot
G
BP, Bp bp
F1 BbPp Bbpp
Heterozigot Heterozigot
Siyah boynuzsuz Siyah boynuzlu
Fenotipik
dağılım oranı: 1:1
4.5. Trihibrit Birleştirme
(Trihibridismus-Polihibridismus)
Üç karakter bakımından farklı iki birey arasında yapılan
birleştirmeye Trihibrit birleştirme veya trihibridismus denir.
Trihibridismus veya polihibridismusa sığır türü içerisinde üç
karakter bakımından farklılık gösteren iki ırktan erkek ve dişi bireyleri
birleştirilmesi örnek verilerek şematize edilebilir.
Hereford sığırlarında beyaz
başlılık özelliğini determine eden (B)
geni dominant etkilidir. Aynı ırktaki düz kırmızı beden rengi (a) ile
boynuzluluk karakterini belirleyen (c) genleri resesif etkilidir. Aberdeen Angus
sığır ırkında ise bedenin düz siyah rengini belirleyen (A) gen ile boynuzsuzluk
karakterini oluşturan (C) geni dominant etkili olup, aynı ırkta siyah başlılık
karakterini belirleyen (b) geni ise resesiftir.
aaBBcc AAbbCC
Homozigot düz kırmızı bedenli
Homozigot düz siyah bedenli
Beyaz başlı-boynuzlu
Siyah başlı-boynuzsuz
Hereford Aberdeen
Angus
F1 %100 Aa Bb Cc
Heterozigot siyah bedenli-beyaz başlı-boynuzsuz olur ve kendi aralarında
çiftleştirildiğinde elde edilen gametler ve yavruların (F2) genotipik,
fenotipik dağılım oranı aşağıda verilmiştir.
F1 X F1
Heterozigot siyah bedenli- Heterozigot
siyah bedenli-
beyaz başlı-boynuzsuz beyaz
başlı-boynuzsuz
Aa Bb Cc Aa Bb Cc
G
ABC-ABc-AbC-aBC-Abc-aBc-abC-abc
ABC-ABc-AbC-aBC-Abc-aBc-abC-abc
F1 bireylerin herbirisinden oluşan gamet
sayısı =2n =23 = 8’dir.
Bu gametler birleşerek F2 yavrularını meydana getirirler. F2
generasyonunda meydana gelen yavru sayısı =2n x 2n =23 x 23 = 8x 8 =64; genotip
sayısı =3n =33 = 27, fenotip sayısı =2n =23 = 8’dir.
nBu fenotipler yukarıda dihipridusmus’da uygulanan cetvel
düzenlenerek, kolayca bulunabilir:
27adetsiyahbedenli-beyaz başlı-boynuzsuz(Yeni Kom.) A-B-C
genli
9 adet siyahbedenli-beyaz başlı-boynuzlu(Yeni Kom.) A-B-cc ˝
9 adet siyahbedenli-beyaz başlı-boynuzsuz (Aberdeen) A-bbC-
˝
9 adet kırmızı bedenli-beyaz başlı-boynuzsuz(Yeni Kom.) aaB-C-
˝
3 adet siyahbedenli-siyah başlı-boynuzlu (Yeni Kom.) A-bbcc ˝
3 adet kırmızı bedenli-beyaz başlı-boynuzlu (Hereford) aaB-cc ˝
3 adet kırmızı bedenli-siyah başlı-boynuzsuz (Yeni Kom.) aabbC- ˝
1 adet kırmızıbedenli-siyah başlı-boynuzlu (Yeni Kom.) aabbcc ˝
+
64 yavru
Bu birleştirmeden elde edilen F2 generasyonundaki 64 yavruya
ait fenotipik özelliklerin dağılım oranı; 27:9:9:9:3:3:3:1 şeklindedir.F2’de 8
çeşit fenotipten birisi Hereford’a ve birisi de Aberdeen Angus’a, yani büyük
anne ve büyük babaya benzemekte, geri kalan altısı ise yeni tip veya
kombinasyonlar şeklindedir. Deneme birleştirmeleri ile bunların homozigot
olanları saptanır homozigotlardan da yeni saf bireyler üretilebilir.
Buraya kadar çeşitli birleştirmelerde yeni kombinasyonların
teşekkülünü gördük. Hatırlanacağı üzere dihibridismusta 2 yeni kombinasyon,
trihibridusmusta ise 6 yeni kombinasyon meydana gelmektedir. Şu halde birleşen
canlılar ne kadar çok karakter bakımından farklı ise, meydana gelen yeni
kombinasyonların sayısı da o derece, adeta geometrik dizi halinde artmaktadır.
Yeni kombinasyon sayısı = fenotip sayısı = 2’dir. O halde birleştirmelerde yeni
kombinasyon sayıları dihibridismusda (4-2) 2; trihibridismusta (8-2) 6; dört
farklı karakter bakımından yapılan birleştirmede (polihibridismus) (16-2) 14;
beş karakter bakımından yapılan birleştirmelerde (32-2) 30; altı karakter
bakımından yapılan birleştirmelerde (64-2) 62; .............vb. Bu bilgiler
bize, bir populasyonda birbirinden çok sayıda karakter bakımından farklı
hayvanlar arasında uygulanan birleştirmelerden, ne kadar çok yeni tipler elde
edilebileceğini açıkça göstermektedir.
Bu bahsedilen
monohibrit, dihibrit ve trihibrit birleştirmelerde, Mendel tarafından
belirlenen dağılım oranları ile F1 ve F2 generasyonlarında ki bireylerin
fenotipleri bazen farklılık arz eder. İşte bu istisnai durumlara Mendel
kurallarından sapmalar ve gen interaksiyonları adı verilmektedir.
VI.BÖLÜM
Organizma, bünyesinde bir yandan enzim, protein, hormon ve
genlerin birbirleri ile ve kendi içlerinde etkileştiği, diğer yandan da fiziksel, kimyasal ve
biyolojik reaksiyonların sonucunda genotipik ve fenotipik karakterlerin
oluştuğu kompleks bir yapıdır.
Bu etkileşim ve reaksiyonların organizmada meydana getirdiği
renk, şekil, yapı ve fonksiyonlara karakter (özellik) adı verilir. Dolayısı ile
bu karakterler organizmanın genotipini oluşturan bir veya birden fazla genin ve
çevresel faktörlerin etkisindedir. Allel ve allel olmayan genlerin hem kendi
aralarında ve hem de çevresel faktörlerle olan etkileşimlerine gen
interaksiyonları denir. Gen interaksiyonları allel, allel olmayan, hem allel hem de allel olmayan
genler arasındaki etkileşimler ile ve cinsiyet hormonlarının etkisi ile meydana
gelir. Bunun sonucunda karakterlerin kalıtım şekli oluşur.
Mendel monohibrid
birleştirmelerde dominant kalıtım şekli gösteren karakterlerde F2
generasyonundaki bireylerin fenotipik dağılım oranını 3:1, dihibrid
birleştirmelerde yine dominant kalıtım yolu izleyen karakterlerde F2
generasyonundaki fenotipik dağılım oranını da 9:3:3:1 olarak tespit etmiştir.
Gen İnteraksiyonları sonucu
kalıtım şekline bağlı olarak karakterlerin generasyonlardaki dağılım oranları
farklılık göstermektedir.
Gen interaksiyonlarını
aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz.
1. Allel Genler Arasında ki İnteraksiyonlar
1.1. Dominantlık
Allel genler arasında
en fazla görülen etkileşim şeklidir. Burada allel genlerden birisinin diğerine
baskınlığı söz konusudur. Baskın olana dominant, bunu alleli çekinik olan gene
ise resesif gen denir. Dominantlık tam, eksik ve üstün dominantlık olarak 3
ayrı şekilde meydana gelebilir.
1.1.1. Tam Dominantlık
Allel gen çiftinden
bir tanesi etkisini diğerinden daha önce gösterir ve diğer gene uygun olmayan
bir ortam oluşturarak kendisinin dominant, diğer genin ise resesif hale
gelmesini sağlayabilir. Böylece dominant gen resesif gene karşı etkisini ortaya
koyar. Bu olaya tam dominantlık denilmektedir.
1.1.2. Eksik Dominantlık Dominant özellikte iki allel genden her ikisi
de aktivitelerini göstermek için faaliyete geçtiklerinde; dominant alleller
arasındaki etki şekli birbirinin gücünü engellemeye dönüşür. Böylece dominant
genlerden beklenilen etki fenotipte tam olarak meydana gelmez. Bu duruma eksik
dominantlık denir. Örnek olarak, insanlarda ki işaret parmağının uzunluğunu
determine ede gen gösterilebilir. İnsanlarda dominant bir gen tarafından
meydana getirilen kısa işaret parmaklılık her zaman tam olarak görülmez.
Çoğunlukla normal parmaklılığı yapan resesif genin faaliyeti kendini gösterir
ve tamamen kısa olmayan işaret parmağı meydana gelir. Eksik dominantlığa bir
başka örnek de; uzun, yuvarlak ve oval yapılı turpların kalıtım şekli
gösterilebilir. Uzun X Yuvarlak birleştirmesinden elde edilen F1 yavru
ebeveynlerden hiç birisinde görülmeyen oval fenotip gösterir.
F2 generasyonunda ise
monohibrit kalıtımın esası olan 3:1 fenotipik dağılım oranı yerine 1:2:1
fenotipik dağılım oranı meydana gelir. Bu durum; uzun fenotipi belirleyen
genotipin, yuvarlak tipi belirleyen genotipe karşı eksik dominantlığından ileri
gelir.
1.1.3. Üstün Dominantlık
Bazen heterozigot yapılı fertlerin homozigot dominant fertlerden
daha üstün bir fenotipik değer ortaya koymasına üstün dominantlık denir. Daha
çok heterozis olayında ortaya çıkar.
1.2. İntermediyerlik (Kodominans)
Kalıtımda allel genlerden her ikisinin de aynı derecede
etkili olmasına İntermediyerlik denir. İntermediyer kalıtım şeklinde
heterozigot yapılı birey, kendisini meydana getiren homozigot yapılı iki
ebeveynin sahip olduğu fenotiplerin arası bir fenotip gösterir. İntermediyerlik olayı için mendel kuralları
bölümünde verilen örnekler yinelenebilir.
İntermediyerliği eksik dominantlıktan ayırmanın tek yolu
vardır. İntermediyer kalıtım şeklinde; birleştirme sonucu elde edilen bireyin
karakteri heterozigot yapılı ve fenotip olarak iki homozigot yapılı
ebeveyinlerin fenotiplerinin ortası bir yapıda mı? Yoksa bir homozigot yapılı
ebeveyinin fenotipine diğerinden daha fazla mı benziyor? Karşılaştırılmasının yapılması gerekir.
İntermediyerlikte elde edilen heterozigot yapılı bireyin fenotipi, homozigot
yapılı ebeveyinlerin her ikisinin fenotiplerinin arasında bir özellik
gösterirken (yani allellerden her ikisi de aktiftir), eksik dominantlıkta elde
edilen yavrunun karakterini belirleyen allellerden birisinin inaktif olması
sonucu yavrunun fenotipi ebeveyinlerden birisine daha fazla benzer şekilde
ortaya çıkar.
1.3. Suplement Genler (İlave
Gen İnteraksiyonları)
Bağımsız iki genin aynı özellik üzerinde etkin olması haline
suplement kalıtım bu genlere de suplement genler denir. Suplement kalıtımda,
dominant bir genin herhangi bir karakterin oluşumuna katılması durumunda; aynı
karaktere etkili başka bir genin dominant etkili olup, olmamasından
etkilenmemesi anlaşılmaktadır. Karakterin oluşumuna katılan diğer gen, birinci
genin yalnızca dominant olması durumunda etkisini göstermektedir.
W. Bateston ve R.
Punnet’in tavuklarda ibik şekillerini belirleyen gen interaksiyonu
çalışmalarında: Bu karakterlerin kalıtımının suplement genler tarafından
sağlandığını ortaya koymuşlardır. Bir lokusta bulunan homozigot resesif rr, ile diğer lokusta bulunan homozigot resesif
pp genotipli bireylerde (pprr) en yaygın ibik şekli balta ibiktir.
Fakat bu farklı lokuslarda
bulunan resesif allellerin yerine dominant formları olduğu zaman (R, P veya
herikisi), farklı fenotipler oluşmaktadır.
Bu allellerin kombinasyonları tavuk ve horozlarda ibik şekillerinin ceviz,
bezelye, gül ve çatal özelliğinde gelişmesini sağlarlar.
R geni gül, P geni bezelye, RP genleri ceviz, rrpp resesif
genleri ise balta ibiği meydana getirir.
Gül ibik (RRpp)’ li bir horoz ile bezelye ibikli (rrPP) bir tavuk
çiftleştirildiğinde, elde edilen yavrular ceviz ibikli (RrPp) fenotipe sahip
olurlar. Bu (F1) ceviz ibikli bireylerin erkek ve dişileri kendi aralarında
birleştirildiğinde; 9 ceviz (R-P-):3 bezelye (rrP-): 3 gül (R-pp) ve 1 balta
(rrpp) ibikli döller elde edilir.
2.Pleiotropizm
Bir genin birden fazla
karakterin oluşmasında rol oynaması durumudur. Bu kalıtım şeklini belirleyen
genlere pleiotropik genler denir.
Pleiotropik genler allellerine karşı
dominant ya da resesif olabileceği gibi etkilediği karakterlerin birinde
dominant, diğerinde resesif, başka birinde ise intermediyer olabilmektedir.
Bazı
araştırıcılara göre bütün genler pleiotropik olabilirler. Çünkü bir fenotipin
meydana gelmesini sağlayan gen, aynı zamanda belirlenemeyen birçok fizyolojik
ya da biyokimyasal etkiye sahip olabilir. Drosophilalarda kısa kanat uzunluğunu
belirleyen genin aynı zamanda, yumurtalıklarda fonksiyon yetersizliği sonucunda
dölveriminin azalması, denge organının değişmesi ve sırttaki bazı kılların
normal olarak yatay pozisyonda olacağı yerde dik durumda oluşu gibi etkilere
sebep olması pleiotropizme örnek olarak gösterilebilir. Ayrıca kedilerde beyaz
tüy rengi ile bir veya iki kulaktaki sağırlık karakterini determine eden gen
pleiotropik etkilidir.
3. Penetrans (Etkililik,
Kendini Gösterme)
Penetrans bir genin kendini gösterme olasılığının
istatistiksel bir kavramıdır. Daha değişik bir ifade ile beklenen fenotipik
oranın ortaya çıkış seviyesidir. Eğer dominant bir gen her bireyde aynı etkiyi
ve fenotipi ortaya çıkartıyorsa, böyle genlere tam etkili genler olaya da tam
penetrasyon adı verilir. Aynı şekilde dominant ya da resesif etkili bir gen her
bir bireyde beklenilen etkiyi meydana getirmiyorsa böyle genlerin ortaya
çıkarttığı etkiye tam olmayan ya da eksik penetrans denilir.
Tam penetransa kan gruplarının meydana gelişi örnek olabilir
(Kan gruplarının penetransı %100’dür). Eksik penetransa ise insanlarda ki
Huntingson’s Chorea hastalığı örnek verilebilir. Bu hastalığı dominant bir gen
meydana getirir ve bu geni taşıyan insanlar, ömürlerinin büyük bir kısmını
sağlıklı geçirirler. Hastalık hayatın 70 yıllık döneminin herhangi bir anında
ortaya çıkabilir. Ancak tam olarak ne zaman görüleceği belli değildir. Bu
sebeple hastalık genini taşıyan bazı bireyler, hastalığa yakalanmadan değişik
sebeplerle ölebilirler. Böyle bir durumda hastalığın o bireyde saptanabilmesi
söz konusu değildir. Böylece bu gen için eksik penetrans ortaya çıkmaktadır.
Bir genin ortaya çıkaracağı fenotip tam olarak görüldüğünde
bunun penetransı %100, beklenen etki hiç görülmediğinde bunun penetransı %0,
beklenilen etki fenotipte ½ oranında görüldüğünde ise penetrans %50 ile ifade
edilir.
İnsanlarda renk
körlüğü cinsiyete bağımlı resesif bir gen tarafından meydana getirilir. Bu genin dominant alleli olan geni taşıyan insanlar normal görüşlüdür.
Bu genler bakımından heterozigot olan bayanlar, normal görüşü
sağlayan gen dominant olduğu için normal görüşlü olurlar. Ancak renk körlüğü
bakımından heterozigot olan bayanlar arasında yapılan incelemelerde bu
bireylerin %3’ünün renk körü olduğu ortaya çıkmıştır. Böylece penetrans da %97
olarak berlirlenmiştir.
Köpeklerde kalça çıkığı otozomal resesif bir gen tarafından
kontrol edilir. Alman kurt köpekleri ile Labrador ırkı köpeklerde kalça
çıkığını kontrol eden genler homozigot resesif yapılıdır. Alman kurt köpeklerinin yavrularında kalça
çıkığı olgusu %86, Labrador ırkın da ise %63 oranında ortaya çıkmıştır. Yani Alman kurt köpeklerinin yavrularında
kalça çıkığının penetransı %86, Labrador ırkı köpeklerin yavrularında ise
%63’tür.
Etkililik her iki
cinsiyete de eşit oranda dağılabileceği gibi cinsiyetlerin birisinde diğerine
nazaran daha yüksek oranda ya da daha düşük oranda olabilir. Etkililiğin
meydana gelişi büyük oranda çevre şartlarına bağlı olmaktadır.
4. Expressivity (Görüntü
Derecesi)
Bir gen tarafından meydana
getirilen karakter bireyden bireye değişiklik gösteriyorsa bu gen değişik
görüntü derecesine sahip demektir. Bazı fenotipler hiçbir zaman değişiklik
göstermemesine rağmen, bazı fenotipler bireyden bireye farlılık gösterir. Bu durumda
bir genin, ne kadar ifade edildiğini saptayabiliriz. Böyle penetrant bir genin
veya genotipin fenotipik olarak ne derecede ifade edildiğine Expressivite
denir.
Miyotonik distrofi expressiviteye örnek olarak
gösterilebilir. Bu hastalık sinirsel semptomlar ve adale semptomları ile ortaya
çıkarken, çoğu zaman bu semptomlar katarakt ile birlikte ortaya çıkar. Ancak bu
hastalığın bulunduğu aileler incelendiği zaman, genetik olarak hastalığı
taşıyan bireylerin %60’ın da sinir sistemi ile adale semptomları ve bunların
bazılarında da katarakt görülmektedir. Bununla birlikte geriye kalan %40’lık
kısmı oluşturan bireylerde ise sadece değişen derecelerde katarakt görülmektedir.
Bu gen bir takım semptomları bazı bireylerde oluştururken bazı bireylerde
oluşturmamaktadır. Dolayısıyla bu genin değişik görüntü derecesine sahip olduğu
açıktır.
Çevre şartları da bir
genin oluşturacağı fenotipi değiştirebilmektedir. Nitekim tek yumurta ikizleri
aynı genetik yapıya sahipken, farklı çevrenin etkisi ile ikizlerde ki birçok
karakter farklı derecelerde ortaya çıkmaktadır. Bu sebepten ötürü karakterlerin
derecesi de fertten ferde değişiklik gösterebilmektedir.
5. Allel Olmayan Genler Arası İnteraksiyonlar
5.1. Pozisyon Etkisi
Genlerin kromozomlar
üzerinde bulundukları yerlere göre farklı şekillerde karakterler oluşturmasına
pozisyon etkisi denir. Kromozom mutasyonlarından inversiyon ve crossing- over
olayında bazı genlerin yerleri değişmekte ve komşularından ayrılarak yeni komşular
edinmek zorunda kalmaktadırlar. Böyle genlerin eski komşularının yanlarında
oluşturdukları etki ile yeni komşularının yanında oluşturdukları etkileri
farklı olmakta ve böylece pozisyon etkisi oluşmaktadır.
5.2. Farklı Cinsiyette Etkileri Değişen Genlerin
İnteraksiyonları
5.2.1. Tek Cinsiyette Etkili Olan Genler
Genlerin bazıları her
iki cinsiyetten bireylerde bulunmalarına rağmen etkileri sadece bir cinsiyette
ortaya çıkar. Koyun, keçi ve sığır gibi türlerde süt verimi ve süt
özelliklerini kontrol eden genler hem dişide hem de erkekte bulunabilirken, bu
karakterler dişi bireylerin fenotipinde gözlenir. Aynı şekilde, gebelik,
doğurma tavuklarda ki yumurtlama gibi özellikleri determine eden genler
erkeklerde de bulunmasına rağmen bu karakterler sadece dişilerde ortaya çıkar.
Bunlara karşılık, sadece erkek bireylerin fenotipinde gözlenebilen karakterleri
determine eden genlerde vardır. Söz konusu genler etkilerini cinsiyeti tayin
eden genlere bağlı olarak gösterirler.
5.2.2. Atavismus (Kriptomeri, Reversiyon, Tamamlayıcı Gen Etkisi)
Parenteral generasyonda
birleştirilen ebeveynlerin bazı karakterlerini determine eden genlerin yavru
generasyonunda her iki ebeveyinden farklı yeni karakterler oluşturmasına
Atavismus denir. Bu kalıtım şekli anlatım yönünden intermedier kalıtıma
benzemekle beraber ondan farklıdır. Farelerin renk karakterlerinin kalıtımı
incelendiğinde konu daha iyi anlaşılmaktadır.
Sarı ve siyah renkli laboratuar fareleri birbirleri ile
birleştirildikleri zaman gri renkli F1 yavrular elde edilir. Heterezigot yapılı
F1 yavruların kendi aralarında birleştirilmesi sonucu elde edilen F2
generasyonundaki renk karakterinin dağılma oranı 9:3:3:1 şeklinde
gerçekleşmiştir. Bu sonuç, parenteral generasyondaki siyah ve sarı farelerin bu
renkler bakımından genotiplerinin bir allel gen çifti değil, iki allel gen
çifti tarafından oluşturulduğu ve fertler arasındaki birleşmelerin
dihibridismus şeklinde olduğunu gösterir. Buna göre sarı farelerde sarılığı
sağlayan allel gen çiftinin yanında siyahlığı sağlamayan bir allel gen çiftinin
daha bulunduğu, aynı zamanda siyah farelerde de siyahlığı sağlayan allel gen
çiftinin yanında, sarılığı sağlamayan bir allel gen çiftinin olduğu
söylenebilir.
Saf yapılı siyah ve sarı farelerin genotipleri RRaa (siyah),
rrAA (sarı) şeklinde gösterilebilir (R= siyah renk, A= sarı renk, a= sarı renk
yokluğu, r = siyah renk yokluğu). Farelerin renk karakterinin kalıtımının
Atavismus kalıtımı şeklinde oluştuğunu şematize ederek de açıklayabiliriz.
Homozigot Homozigot
P: RRaa (siyah) ♂ X rrAA
(sarı) ♀
G: Ra rA
Heterezigot
F1: RrAa (gri)
F1 X F1
G: RA, Ra, rA, ra RA, Ra, rA, ra
F2 Bireylerinin
genotipik ve fenotipik özellikleri
aşağıda şematize edilmiştir.
5.2.3. Değiştirici Etki
Bir karakteri oluşturan genin etkisini değiştiren genler
vardır. Böyle genlere değiştirici genler etkisine de değiştirici etki denir.
Değiştirici etkiye sahip olan genler asıl genin bulunmadığı durumlarda etki
göstermez.
Siyah alaca sığırların alacalık dağılımı çok büyük
farlılıklar göstermektedir. Alacalığı meydana getiren resesif a genini
homozigot (aa) halde taşıyan havyanlar alacalık gösterir.
5.3. Epistase
Bir allel genin başka bir allel genin etkisini engellemesine
(örtmesine) Epistase denir. Örtücü gene Epistatik gen, örtülen gene ise
Hipostatik gen denir.
Epistatik genler, ya
fonksiyonu olmayan enzimler meydana getiren ya da hiç enzim oluşturmayan
inaktif genlerdir. Bu genler, belirli reaksiyonları durdurur. Normal ya da
hipostatik genlerin etkilerini örterler. Ancak bu etki, bir gen çiftinin
alleleri arasında görülen dominantlıktan farklıdır. Epistase bir alel gen
çiftindeki baskın olma özelliğinin diğer bir allel gen çifti üzerinde
gerçekleşmesidir. Epistatik etki farklı şekillerde olabilir. Herhangi bir
karakter için epistatik kalıtım şekillendiğinde; buna bağlı olarak değişen
genotipik farklılıklar, fenotipte meydana gelen dağılım oranlarını etkiler.
Dolayısı ile epistase sonucu Mendel’in klasik dağılma oranlarından sapmalar
olur. Bu nedenle epistatik interaksiyonlar altı başlık altında incelenebilir.
5.3.1. Dominant Epistase
Köpeklerde vücut örtüsü rengini B ve b gibi bir gen çifti
etkilemektedir. B- (BB, Bb) alleli siyah rengi, bb alleli ise kahverengi vücut
örtüsünü determine etmektedir.
Homozigot Homozigot
P: bbii
(Kahverengi) ♂ X BBII (Beyaz) ♀
G:
bi
BI
Heterezigot
F1: BbIi
Beyaz
F1 X F1
G: BI, bI, Bi,
bi BI,
bI, Bi, bi
5.3.2.
Resesif Epistase
Bir epistatik gen lokusunda bulunan resesif gen ikinci bir
genin fenotip oluşturmasını engellerse buna resesif epistase denir.
5.3.3. Dominant ve Resessif
Epistase
Birleştirme sırasında bir karakterin oluşmasına dominant ve
resesif epistatik etkili genlerin birlikte katılımına dominant ve resesif
epistase denir. Yapılan her hangi bir melezleme sonucunda bireylerin
karakterinin kalıtım şekli dominant ve resesif epistase şeklinde gerçekleşirse
F2 generasyonundaki bireylerde karakterin fenotipik dağılım oranı 13:3 şeklinde
olacaktır.
Beyaz Leghorn ırkı
tavuklarda bulunan I geni bu tavuklar da beyaz rengi determine etmektedir.
Ancak bu tavuk ırkının renkli varyeteleri de bulunmaktadır. Beyaz Leghorn’larda
renk genleri bulunmakta, ancak beraberinde I genide bulunduğu için tavuklar
beyaz olmaktadır.
Diğer taraftan beyaz Wyandot, beyaz Plymouth Rock gibi
ırkların da renkli varyeteleri vardır. Bu ırkların beyaz renkli oluşu, beyaz
Leghorn’larda ki beyaz tüylülüğü sağlayan genden farklı bir resesif gen
tarafından sağlandığı ortaya konulmuştur. Beyaz Silkie tavukları böyle bir
resesif genin etkisiyle (c) beyaz tüylüdür. cc genotipli tavuklar renk genleri
taşısalar bile beyaz renkli olacaklardır.
Beyaz Leghorn’larla beyaz Silkie tavukları birleştirilince
dominantlığın tam olmaması sebebiyle F1 bireylerinin hepsi vücuttaki küçük
lekeler hariç beyaz olacaktır. Çünkü F1 bireylerinde beyaz Leghorn’dan gelen
dominant I geni bulunmaktadır. Ancak F2 generasyonundaki bireylerde fenotipik
dağılım oranı 13 beyaz: 3 renkli şeklinde olur. I geni renk genlerinin
oluşumunu önlemekte ve bu genin varlığında renklilik oluşmamaktadır. Zira I
geni kendi alleli olan i genine karşı dominanttır. Aynı zamanda da beyaz Silkie
tavuklarında ki beyazlığı sağlayan c geni de alleli olan C genine karşı
resesiftir. Bu durumda I geni dominant epistatik, c geni de resesif
epistatiktir. F2 generasyonunda her 16 bireyden 12 tanesi I genini taşıyacağı
için beyaz olacaktır. Geriye kalan 4 bireyden birisi homozigot resesif cc geni
taşıyacağı için bu birey de beyaz olacaktır. Bunun sonucunda F2’de görülen 13:3
oranındaki fenotipik dağılım, Dominant Resesif Epistase kalıtım şekli sonucunda
meydana gelmiştir.
5.3.4. Çift Resessif Epistase
İki gen çiftinin her
biri, resesif epistatik etkiye sahip olduğunda F2 generasyonunda 9:7 oranında
fenotipik bir dağılım meydana gelir ve bu olaya çift resesif epistase adı
verilir.
5.3.5. Çift Dominant Epistase
İki gen çiftinden her
birinin dominant epistase gösterdiği duruma denir.
Bu olayda, her iki gen
de fonksiyon bakımından aynı görünmektedir. Her iki allel gen çiftinde ki
dominant allellerin her birinin aynı fenotipi meydana getirmesi söz konusudur.
Bu sebeple çift dominant epistase olayında F2 generasyonunda fenotipik dağılım
oranı 15:1 olur.
5.4. Toplam Etkili Çift İnteraksiyon
Pek fazla görülen bir interaksiyon şekli değildir. Bu gen
etkileşimine Durog Jersey ırkı domuzlarda rastlanmıştır. Bu ırkın bireyleri
genelde kırmızı renklidir, ancak bazen gri renklilerine de rastlanabilmektedir.
İki allel gen çifti R, r ile S, s şeklinde simgelenirse,
genler arasındaki etki aşağıda ki gibi olacaktır.
R-S- : kırmızı rrS - : gri
R-ss : gri rrss :
beyaz
P: rrSS
(gri) X RRss
(gri)
G:
rS Rs
F1: RrSs (kırmızı)
F1 X F1
RrSs
RrSs
G: RS, Rs, rS, rs RS,
Rs, rS, rs
F2 generasyonundaki
domuz yavrularının vücut örtüsü renginin toplam etkili çift interaksiyon sonucu
oluşumu aşağıda şematize edilmiştir.
6. Polimeri
Canlıların sahip oldukları karakterler arasında belirli
sınırlar göstererek sınıflandırmalar yapıldığı gibi sınıflandırılamayan
karakterlerde vardır. Buna ineklerde ki günlük süt verim miktarı örnek
gösterilebilir. İnekleri çok süt veren ve az süt veren diye gruplandıramayız.
Çünkü az süt miktarının nerede başladığı ve nerede çok süt miktarına geçişin
olduğu kesin sınırlar ile ayrılamaz. Çünkü ineklerde az süt miktarından çok süt
miktarına doğru yavaş yavaş bir geçiş vardır. İşte bu çeşit karakterler kantitatif
karakterler olarak adlandırılırlar. Kantitatif karakterler birden fazla allel
gen çifti tarafından meydana getirilirler. Olaya katılan allellerin tesiri aynı
yöndedir, yani toplamalı etkiye sahiptirler. Bu şekilde aynı karakterlerin
oluşuna katılan toplamalı etkili genlere polimer genler, karakterlerin kalıtım
şekline ise polimeri denir.
Kölreuter isimli araştırıcı farklı karakterlere sahip
bireyler arasında yaptığı melezlemeler sonucunda elde ettiği F1 bireylerinde
fenotipik özelliklerin intermediyer tipte geliştiğini gözlemlemiştir. Ancak F2
generasyonunda ise bir karakter özelliğinden başlayan ve diğer karakterin
özelliğine kadar devam eden, belli bir sınıf ya da oran göstermeyen bir dağılım
gözlemlemiştir. İnsanlardaki deri rengi de polimer genler tarafından
oluşturulmuştur.
1909 yılında polimeri ile ilgili önemli bir çalışma olan
kırmızı daneli buğday ile beyaz daneli buğday melezlemesi Nilson- Ehle
tarafından yapılmıştır.
Bu melezleme
sonucunda F1 bireylerin hepsi intermediyer kalıtıma benzer şekilde kırmızı ve
beyaz arasında bir tonda renk almışlardır. F2 bireyler ise 1/16 oranında
kırmızı, 1/16 oranında beyaz, 14/16 oranında ise kırmızıdan beyaza kadar
değişen tonlarda 3 fenotip şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu sonuçlar doğrultusunda
renk karakterinin iki gen çifti tarafından oluşturulduğu var sayılmıştır.
Burada kırmızılığı kontrol eden genleri A ve B olarak, bunların allellerini de
pigment eksikliğinden sorumlu olan a ve b olarak düşünelim. Büyük harfle
gösterilen genler kırmızı rengi destekleyici alleller, küçük harfle gösterilen
alleller ise kırmızı rengi desteklemeyen alleller olarak tanımlanır. Burada 4
adet genin polimerliği söz konusudur. Yani kırmızılık için ne kadar çok büyük
harflerle simgelendirilen gen bulunursa buğdaylarda o kadar çok kırmızı
olacaktır. Bunun tersi durumda söz konusudur. Yani genotipte ne kadar çok küçük
harf ile simgelendirilen gen bulunursa fenotip o kadar açık renkli olacaktır.
Homozigot Homozigot
P: AABB (Kırmızı) X aabb (Beyaz)
G:
A B
a b
Heterozigot
F1: AaBb (Orta
kırmızı)
F1 X F1
G: AB,
Ab, aB, ab AB, Ab, aB, ab
Bu melezleme sonucunda 1 koyu kırmızı: 4 kırmızı: 6 orta
kırmızı: 4 az kırmızı: 1 beyaz fenotipe
sahip yavru dağılım oranı elde
edilmiştir.
Polimer kalıtım
şeklinin mekanizmasında aşağıdaki genellemeler yapılabilir.
A. Polimeride rol alan genler toplamalı etkiye sahip
olduklarından, genotipte polimer serisinde bulunan genler determine ettikleri
karakter üzerinde eşit derecede etkilidirler.
B. Polimeri serisinde ki genler arasında dominant-resesif
interaksiyon şekli yoktur.
C. Farklı lokuslarda ki genler arasında da epistatik etki
yoktur.
D. Polimeride rol alan genler toplamalı etkiye sahip
olduklarından, genotipte polimer genler ne kadar çoksa, bunların determine
ettiği karakter fenotipte o derece belirgin olarak ortaya çıkar.
Polimerik kalıtım
şekli gösteren bir karaktere sahip F2 generasyonundaki bireylerde; herhangi bir
ebeveyne benzeyen fert sayısı, genotip sayısı formulize edilerek; aşağıdaki
tabloda verilmiştir.
7. Multiple Allelizm (Çoklu
Allellik)
Bir karakter en az bir çift allel gen tarafından meydana
getirilir. Allel gen çiftleri homolog kromozomların aynı lokuslarında yer alır.
Yapılan birleştirmeler aynı karakter bakımından çeşitli fenotiplerin varlığını
ortaya koymuş ve bazı karakterleri kontrol eden genlerin birden fazla allele
sahip olduğunu göstermiştir. Böyle durumlara yani bir genin birden fazla alleli
olması durumuna multiple alleli (çok allellik) denir. Bir genin kaç alleli
olursa olsun somatik hücrede yalnız bir çift allel gen, bir gamette ise allel
genlerin yalnız birisi olur.
Multiple allellerin oluşturdukları allellere allellik seri
denir. Allellik seri içerisinde bulunan allel kendi içinde
dominantlık-resesiflik gösterir. Bu genlerin en baskını büyük harfle, en
çekinik olanı küçük harfle, diğerleri ise etki sırasına göre küçük harf üstü
işaret ile gösterilir. Kimi zaman multiple allel seride bazı genler birbirine
karşı etkisiz (eşbaskın veya intermediyer) de olabilir.
7.1. Hayvanlarda Multiple Allelizm
7.1.1. Tavşanlarda Beden
Renginin Kalıtımı
Tavşanlarda beden rengini oluşturan 4 allel gen bir allelik seri
oluşturur.
Agouti renkli ve himalaya nişaneli tavşanlar kendi aralarında
birleştirilince F1 fertlerin tamamı agouti, F2 fertlerin 3’ü agouti, 1’i
himalaya göstermiştir. Burada da mendel kuralları geçerli olmuş ve agouti geni,
himalaya özelliğini determine eden gene karşı dominant olmuştur (C>ch).
Himalayalar ile
albinoların birleştirilmesi sonucunda ise Himalaya özelliğini belirleyen genin
albinoluğu belirleyen gene karşı dominant olduğu anlaşılmıştır (ch > C ).
Benzer çalışmalar
şinşila x agouti, şinşila x himalaya ve şinşila x albino şeklinde devam
ettirilmiş, sonuçta C, c, ch, cch genlerinin birbirinin alleli olduğu
kanıtlanmıştır. Bu allelik seride C>cch>ch>c şeklinde bir dominantlık
sırası saptanmıştır. Ancak, allelik seride 4 adet gen var iken, her bireyde
bunlardan sadece 2 tanesi bir araya gelir.
7.1.2. Drosophilalda Göz
Renginin Kalıtımı
Drosophilalarda göz renginin kalıtımı multiple allel genler
tarafından determine edilir. 1912 yılında Bridges ve Morgan tarafından yapılan
bir çalışmada, kırımızı gözlü (yabani) drosophilalar kendi aralarında
birleştirilince 3 tane kırmızı gözlü ve 1 tanede beyaz gözlü birey elde
edilmiştir.
Bu beklenilen bir sonuç değildir ve daha sonra yapılan
çalışmalarla, göz rengini oluşturan bu gen lokusunda 100’den daha fazla allelin
olduğu anlaşılmıştır. Bu allelik serinin beyaz alleli (w) göz renginin
oluşumunda pigment yokluğunu meydana getirmektedir. Buna benzer şekilde göz
renginin kalıtımı üzerinde etkili beyaz- aprikot alleli (wa), beyaz- satsuma
alleli (wsat), beyaz- buff alleli (wbf) gibi alleller tespit edilmiştir ve bu
allellerde mutant gözler oluşturmuşlardır. Bu olayların her birinde, böyle
mutant gözlerde ki pigmentin toplam miktarı yabani drosophilalarda bulunan
pigmentin %20’sinden daha azdır.
Drosophilaların beyaz
göz rengi geni lokusunda bulunan bazı alleller ve bunların oluşturduğu göz
rengi fenotipleri aşağıda şematize edilmiştir.
7.2. İnsanlarda Multiple
Allelizm ve Kan Grupları
İnsanlarda ki kan grupları multiple allelizme
gösterilebilecek en güzel örneklerden birisidir. Zira insanlarda kan gruplarını
oluşturan bir genin 3 farklı alleli vardır. Bu alleller A, B, AB, O kan
gruplarının kalıtımını sağlayan gen çiftleridir.
1900’lü yıllarda Viyana’da Dr. Karl Landsetiner bazı
bireylerin eritrositlerinin diğer bazı bireylerden alınan serumla
karıştırıldığında çıplak gözle bile görünür bir şekilde kümeleştiğini
(aglütinasyon), ancak bazı bireylerin serumları ile karıştırılınca
kümeleşmediğini saptamıştır. Bu kümeleşmeler aslında antijen- antikor
reaksiyonu sonucunda meydana gelmektedir.
Bir hayvanın veya insanın kan dolaşımına yabancı bir madde (antijen) enjekte edildiği zaman bu hayvanda veya insanda gelişen reaksiyon sonucunda dolaşımında çoğu protein tabiatında bir madde (antikor) oluşmaktadır. İşte bu antikorlar antijenlere karşı reaksiyon oluşturur. Antikorların çoğu belirli maddelere spesifiktir ve bunların oluşması için dışarıdan spesifik oldukları maddelerin dolaşıma katılması lazımdır. Böyle bir durumda oluşan antikorlar kazanılmış olarak addedilirler. Ancak bazı antikorlar vardır ki, bunların oluşumu için dışarıdan bir maddeye ihtiyaç yoktur. Bu tip antikorlar ise kanda zaten doğal olarak bulunurlar ve bunlara doğal antikorlar denir.
Bir hayvanın veya insanın kan dolaşımına yabancı bir madde (antijen) enjekte edildiği zaman bu hayvanda veya insanda gelişen reaksiyon sonucunda dolaşımında çoğu protein tabiatında bir madde (antikor) oluşmaktadır. İşte bu antikorlar antijenlere karşı reaksiyon oluşturur. Antikorların çoğu belirli maddelere spesifiktir ve bunların oluşması için dışarıdan spesifik oldukları maddelerin dolaşıma katılması lazımdır. Böyle bir durumda oluşan antikorlar kazanılmış olarak addedilirler. Ancak bazı antikorlar vardır ki, bunların oluşumu için dışarıdan bir maddeye ihtiyaç yoktur. Bu tip antikorlar ise kanda zaten doğal olarak bulunurlar ve bunlara doğal antikorlar denir.
Dr. Landsteiner’in
eritrositlerin aglutinasyonunu bulması ve antijen- antikor reaksiyonuna ilişkin
yürütülen çalışmalarda eritrositlerde iki çeşit antijenin ve bunlara karşılık
olarak da iki çeşit antikorun bulunduğu ortaya koyulmuştur. İşte insan kan gruplarının
oluşmasını sağlayan bu antikorlar doğal antikorlardır.
İnsanların eritrositlerinde yer alan bu
antijenlere A ve B, serumda yer alan antikorlara ise anti-A ve anti-B
denilmiştir. Eritrositlerde bu antijenlerden ya yalnızca birinin bulunması, ya
da her ikisinin birden bulunması veyahut da her ikisinin birden bulunmaması söz
konusu olur. Bunun sonucunda da insanlarda 4 farklı kan grubu meydana gelir.
İnsanlarda ABO kan grubu sisteminde antijen- antikor etkileşimi aşağıda
österilmiştir.
7.2.1. A, B, AB ve 0 Kan
Grupları Testi
Kan grupları testi, her biri özel antikora sahip olan çeşitli
serumların kan ile karıştırılması ve bunun sonucunda da meydana gelebilecek
olan aglütinasyonun tespiti ile yapılır. A kan grubuna sahip olan bireylerin
eritrositleri, anti- A serumu ile, B grubu anti- B ile, AB grubu hem anti- A
hem de anti- B ile aglütine olabilirken, 0 grubunda aglütinasyon görülmez.
7.2.2. A, B, AB ve 0 Kan Gruplarının Kalıtımı
Yapılan çalışmalar, A antijeni üreten çocukların
ebeveyinlerinden en az birinin A antijeni ürettiğini, aynı şekilde B antijenine
sahip çocuklarda ebeveynlerden en az birinin B antijenini ürettiğini ortaya
koymuştur. Hâlbuki 0 grubu çocuklar A veya B kan grubuna sahip ebeveynlerden
doğabilmektedir. Ancak 0 grubu ebeveynlerinin sadece 0 grubu çocukları olur. Bu
durum 0 grubunu belirleyen genin resesif olduğunu gösterir. A ve B
ebeveynlerinin bazen AB grubuna sahip çocukları olmaktadır. Böylece A ve B grubunu
oluşturan genlerin birbirine karşı intermediyer olduğu söylenebilir. Aşağıda
verilen tabloda A, B, AB ve 0 kan grupları sisteminde çeşitli kan gruplarına
sahip ebeveyinlerden olacak bebeklerin alternatif kan grubu fenotipleri
gösterilmiştir.
7.2.3. İnsanlarda Diğer Kan
Grupları ve Kalıtımı
İnsanlarda ki standart kan gruplarını oluşturan A ve B
antijenlerinden başka birde M ve N antijenleri bulunur. Bütün insanlarda M, N
ve MN şeklinde kan grupları bulunur. Ancak insanlarda bu antijenlerden biri
veya diğeri, bu antijenlerin bulunmadığı bir başka bireyin kanına verildiği
zaman kendine karşı antikor oluşturmamaktadır. Bu sebeple kan transfüzyonunda
bu antijenlerin bir önemi bulunmamaktadır. İnsanlar bu M, N ve MN kan grubu
fenotipinden birisine sahiptirler. M ve N genotipini oluşturan genler
birbirlerine karşı intermediyer bir allel çift oluştururlar.
İnsanlarda ki M, N ve
MN kan gruplarının kalıtımı oldukça basittir. Her iki ebeveyn de M kan grubunda
ise doğacak bebek M, her iki birey N kan grubundan ise doğacak bebek N,
ebeveynlerden birisi M diğeri N ise doğacak bebek MN, her iki ebeveynde MN kan
gruplarına sahip ise doğacak bebek 1 (M): 2 (MN): 1 (N) fenotipik dağılımında
kan grubuna sahip olacaktır. Bu veriler M antijeninin MM olarak sembolize
edilen bir gen etkisiyle, N antijeninin NN olarak sembolize edilen bir genin
etkisiyle belirlendiğini gösterir. intermediyer allel çifti bakımından
heterozigot olan şahısların (MN) eritrositlerin de M ve N antijenlerinin
beraber bulunacağı, bu fertlerin MN kan gruplarına sahip olacaklarını gösterir.
M ve N kan gruplarının kalıtım esası ise aşağıda şematik olarak açıklanmıştır.
7.2.4. İnsanlarda Rh Faktörü
Uzun yıllar kan naklinde A, B, AB ve 0 kan grupları tayin
edilip uygun kan transfüze edilmesine rağmen, bazen ölümle sonuçlanan olaylar
gözlemlenebilmiştir. Yapılan çalışmalar, bunun sebebinin Rh ismi verilen bir
faktörün insan eritrositinde varlığı ya da yokluğundan kaynaklandığını
göstermiştir.
Rhesus maymunlarının
kanlarının tavşanlara enjekte edilmesi ile tavşan dolaşımında bu yabancı
antijene karşı antikor şekillenmiş ve tavşanın serumu rhesusun eritrositlerini
aglütine etmiştir. Bu tavşanın serumu insan kanı ile birleştirilince burada ki
eritrositleri de aglütine ettiği görülmüştür. Buna göre, rhesus maymunlarının
taşıdığı antijen insanlarda da mevcuttur. Eritrositleri bu faktörü bulunduran
insanlar Rh (+), bulundurmayanlar ise Rh (-) olarak tanımlanmıştır. Beyaz
ırktan olan insanların %85’i Rh (+), %15’i Rh (-) olarak tespit edilmiştir.
Rh antijeninin ve Rh antikorunun kalıtımda
etkili olan 8 allelinin mevcut olduğu bilinir. Bunlar; D, D1, D2, DZ, dı, dıı,
dy ve d harfleri ile sembolize edilir. Bunlar içerisinde en çok rastlanan
antijen D olarak, bunun antikoru da anti- D olarak adlandırılmıştır. D
antijenini meydana getiren gen D harfi, bunun alleli ise d harfi ile sembolize
edilir. Kromozom üzerinde D geni yoksa bunun yerini d geni alır. Eğer iki
ebeveynde D genini taşıyorsa, bebeğin genotipi DD, ebeveynlerden biri D, diğeri
d genini taşıyorsa bebeğin genotipi Dd, ebeveynlerden her ikisi de d genini
taşıyorsa o zamanda bebeğin genotipi dd olur. DD ve Dd genotipli bireyler Rh
(+), dd genotipliler Rh (-) olur.
Pratikte ise; anti-D serumu ile reaksiyon veren kana sahip bireyler Rh (+),
reaksiyon vermeyen kana sahip bireyler ise Rh (-) olarak tanımlanır.
Aynı
kan grubundan Rh+ bir kan, Rh- kan faktörü olan bir bireye ilk kez verildiğinde
ciddi problemler ortaya çıkmamaktadır. Zira ilk defa verilen Rh (+) kan, Rh (-)
kan faktörlü bireyde sadece antikor oluşumuna sebep olacaktır. Ancak aynı şahıs
ikinci kez Rh (+) bir kana maruz kalırsa o zaman, daha önceden oluşmuş olan
antikorlar ile Rh (+) antijenler reaksiyona girerek ciddi problemlere hatta
ölüme bile yol açabilecektir. Sık olarak karşılaşılan anne- bebek kan
uyuşmazlığı (eritroblastozis fötalis) durumu da
buna benzer bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Hamile bir bayan Rh (-), bebeği Rh
(+) kana sahip ise az sayıda da olsa embriyo eritrositleri plasenta yolu ile
annenin kanına geçebilir. Böyle bir durumda annenin kanında bu eritrositlere
karşı anti-D antikoru oluşur ve tekrar plasenta yolu ile embriyoya geçerek,
bebeğin eritrositlerini tahrip eder ve aglütinasyona sebep olur. Annenin
antikorları ve embriyonun eritrositleri arasında ki bu reaksiyon, hemoliz ve
anemi ile sonuçlanarak, bebeğin ölümüne yada abortusa neden olur.
Annenin Rh (-), babanın Rh (+) ve bebeğin Rh
(+) olduğu durumlarda birinci bazen de ikinci
gebeliklerde normal doğum olabilir. Çünkü, birinci ve ikinci gebelikte anne
kanında bir sonraki gebelikte antijen- antikor reaksiyonuna sebep olacak
düzeyde antikor birikimi olduğundan daha sonraki gebeliklerde Eritroblastozis
fötalis için yeterli olacak düzeyde antikor bulunmadığından bu sendrom ortaya
çıkmaktadır. Bebekte doğumundan önce başlayan anemi, doğumundan sonrada bebeğin dolaşım sisteminde
bulunan anneye ait anti-D antikorları tükeninceye kadar eritrositlerin
parçalanması ve aglütinasyonu ile devam eder. Anemi teşhisi konulan bebeğin
kanı değiştirilerek meydana gelebilecek komplikasyonlar önlenmiş olur.
Rh
(+) (DD) bir erkek, Rh (-) (dd) bir bayanla evlendiğinde D geni d genine karşı
dominant olduğundan, bu evlilikten doğacak bebek Rh+ kana sahip olacaktır. Bu
durum Rh uyuşmazlığına neden olurken, bu durumun tersi bir evlilik halinde (annenin Rh (+) (DD), babanın Rh (-)
(dd)) bebek Rh (+) olacak ve dolayısıyla
anne ile bebeğin kan grubu aynı olduğu için Eritroblastozis fötalis
görülmeyecektir.
7.3. Multiple Allel
Dizilerinin Meydana Getireceği Genotip Sayısı
Belirli bir gen lokusunda tek bir allel çiftinin üç genotip
meydana getirdiği monohibrit birleştirmeden hatırlanacaktır. Yine aynı şekilde
3 multiple allel 6 fenotip meydana getirir. Buradan da anlaşılacağı gibi
allelik seride ki gen sayısı attıkça genotip varyeteleri de artmaktadır. Bu
durum aşağıda tablodaki gibi formülüze edilebilir.
7.4. Doku Uyuşmazlığı
nCanlılarda organ ya da doku nakli gerektiği zaman, bu naklin
başarı ya da başarısızlığını doku ya da organı alan ve veren kişilerin
genotiplerinin birbirine uyumu sağlar. İnsanlarda doku uyumunu sağlayan HLA- A
ve HLA- B olarak adlandırılan iki önemli gen vardır. HLA- A geninin A1, A2, A3,
A9, A10, A11, A28 ve A29 olmak üzere 8 adet alleli vardır. HLA- B geninin de
B5, B7, B8, B12, B13, B14, B18, ve B27 olmak üzere 8 adet alleli vardır.
Bir bireyin HLA tipi,
HLa tipi bilinen vericilerde ki standart antikorların dizisi ile o bireyin
lenfositlerinden belirlenebilir. Doku ya da organ naklinde alıcının immun
sistemi, nakil edilecek doku ya da organın genotipi ile uyuşmuyorsa bu doku ya
da organı yabancı olarak kabul eder. Eğer alıcının immun sistemi nakil edilen
dokuyu kabul etmez ise bunun sebebi, alıcıda ki bazı allellerin eksikliğidir.
Bu açıklamalardan
anlaşılacağı üzere doku naklinde rol oynayan HLA- A ve HLA- B genleri multiple
allel genler olup, 8’li bir allelik seri gösterirler.
VII. BÖLÜM MUTASYONLAR
Mutasyon, çevre koşullarının etkisiyle canlının genotipinde
meydana gelen ani ve kalıtsal değişmelere bağlı olarak bireyin fenotipinde
meydana gelen değişikliktir. Mutasyon, etki ettiği canlının karakterinde ve o
canlının içerisinde bulunduğu populasyonda bariz farklılığa neden olur.
Mutasyon bütün canlılarda görülebilen ve genetik çeşitliliğe sebep olan önemli
bir olaydır. Mutasyonlar kendiliğinden oluştuğu gibi deneysel olarak da meydana
getirilebilir. Mutasyona neden olan etkene mutagen (mutajen), Mutasyona uğrayan bireye ise mutant denir.
Radyosyon, sıcaklık, X ışınları, kimyasal maddeler, travma ve sigara katranı
gibi faktörler mutasyonun nedenleri arasında sayılabilir.
Mutasyonlara örnek olarak Down sendromu,
altıparmaklılık (palindromi),
1. Gen Mutasyonları
Bir genin yapısında meydana gelen değişimlere gen
mutasyonları denir. Gen mutasyonları eşey hücrelerinde meydana gelirse
kalıtsaldır, döllere nakledilirler. Somatik hücrelerindeki gen mutasyonları ise
döllere aktarılamaz. Mutasyon resesif nitelikte ise her zaman görülmeyebilir.
Kanser gibi kötü huylu tümörlerin meydana gelişinde bu tip mutasyonların etkili
olduğu sanılmaktadır. Gen mutasyonları nokta mutasyonları ve çerçeve
mutasyonları şeklinde gruplandırılır. Bazı kaynaklarda nokta mutasyonları
DNA’nın yalnızca çok kısıtlı bir bölümünde meydana gelen mutasyon olarak
tanımlanmaktadır. Bir veya birkaç baz sırasının kopması veya yerlerinin
değişmesi nokta mutasyonuna örnek verilebilir. Radyasyon, yüksek sıcaklık, pH
değişimi gibi etkenler nokta mutasyonunun nedenleri arasındadır.
a.
Eş anlamlı mutasyonlar:
Protein sentezinde aminoasitlerde yanlışlık olmaz.
b.
Yanlış anlamlı mutasyonlar : Protein sentezi sırasında
aminoasitlerde yanlışlıklar meydana gelir.
mRNA AGA GGA AGA(Arg) GGA (Gly)
GGA (Gly) kodonuna
dönüşmüştür.
c.
Anlamsız mutasyonlar:
Meydana geldiği yerde
protein sentezi durur. Sentez tamamlanmaz.
mRNA UAU UAA
UAU(Try) UAA (Stop)
UAA (Stop) kodonu
olmuştur.
İnsanlarda defektli fonksiyona sahip hemoglobin (HbS)
molekülünün mutasyon sonucu oluştuğu ortaya konmuştur. Orak hücreli anemi
(sickle-cell anemia) adı verilen bu bozuklukta β – peptit zincirinde 6. sırada
yer alan glutamik asidin yerini valin almıştır. Hastalık homozigot resesif
kalıtım yolu izler. Bu hastalığın kalıtımı bir şekli ile aşağıdaki gibidir.
d.
Çerçeve mutasyonları:
Bir gen çifti
üzerindeki baz çiftlerinin kaybolması veya kazanılmasıdır ve (+1, -1), (+2,
-2), (+3,-3) şeklinde olabilir. Mutasyon olduğu noktadan itibaren okuma
çerçevesi bozulur. Stop kodonlarından birisi de ortaya çıkabilir.
(+1, -1) ve (+2, -2)
tipindeki mutasyonlarda okuma çerçevesi tamamen değişir. Yani mutasyon olduğu
noktadan itibaren baz dizilişi buna bağlı olarak da amino asit sırası değişir
ve tamamen farklı bir protein sentezlenir.
(+3, -3) tipindeki
mutasyonda ise sadece mutasyon olduğu noktadaki amino asit değişir.
Genlerin yapısı genelde stabildir. Bu nedenle birçok hayvan
türünün geçmişi çok uzun olduğu halde (uzun jeolojik devirlerde yaşadığı halde)
hiç mutasyona uğramamıştır. Bazı türlerde (drozofila gibi) kısa ve uzun zaman
dilimlerinde bazı gen mutasyonları olmuştur. Gen mutasyonları çeşitli
derecelerde olabilir. Yani mutant fertler ile ebeveynleri arasındaki fark bazen
çok küçük bazen de çok büyük olabilir. Meydana gelen mutasyon bazen resesif
bazen de dominant olabilir. Dominant ise mutasyonlar hemen etkisini gösterir.
Resesif ise ileride meydana gelecek homozigot döllerde kendini gösterir.
Gen mutasyonları
geriye dönebilir. Gen mutasyonu bir genin özelliğinde meydana gelen
değişikliktir. Yani genin kaybolması değildir. Bu nedenle bir gen mutasyona
uğrayıp değişebilir. Mutant gen tekrar bir mutasyon ile eski haline dönebilir.
Ancak geriye mutasyonlar çok nadir görülür.
Bir gende aynı yönde
birkaç mutasyon olabilir. Böylece bir karakteri değişik derecelerde etkileyen
çoklu allel genler meydana gelir. Tavşanların renk karakterinde olduğu gibi,
bir gen birkaç defa mutasyona uğrayabilir.
Gen transferi veya
recombinant DNA yapımı sonucu yeni bireylerdeki özellikler bir anlamda
mutasyonla kazanılmış demektir.
2. Kromozom Mutasyonları
2.1. Kromozomların Yapısında Meydana Gelen Mutasyonlar
Kromozom yapısındaki değişmeler kromozom kırılmaları şeklinde
ortaya çıkar. Daha önceki bölümlerde incelediğimiz gibi mayozun ilk evresinde
crossing-over sonucu kromozomlardan kopan parçalar yer değiştirip tekrar
bağlanabilmektedir. Crossing-over; homolog kromatitler arasındaki parça
değişimidir. Genlerin rekombinasyonlarına neden olur, ama kromozomlarda yapı
değişikliklerine neden olmaz. Bu
kromozom kırılmalarını genelde kromozom segmentlerinin tekrar birleşmesi işlemi
izleyeceği gibi tekrar birleşme işlemi meydana gelmeyebilir. Bu durumda
kromozom yapısında aşağıdaki değişmeler meydana gelir.
2.1.1. Delesyon (Parça Kaybı)
Bir kromozomun herhangi bir parçasının koparak kaybolmasına
denir. Kopan parça diğer bir kromozoma bağlanmaz ve hücre bölünmesine de
katılmaz. Çünkü sentromerlerden yoksun herhangi bir kromozom parçası kutuplara
ulaşamaz. Dolayısı ile bu kromozomu taşıyan hücre kaybolan parça üzerindeki
genleri de yitirmiş olur.
Delesyon kromozom üzerinde farklı yerlerde olabilir. Bunlar;
2.1.1.1. Uçta Parça Kaybı
(Terminal Delesyon)
Kromozomların uç bölgede parça
yitirmesine denir.
2.1.1.2. Ara Yerde Parça Kaybı
Kromozomun bir çember
oluşturarak kıvrılması ve bu çemberin koparak ayrılması ile meydana gelebilir
2.1.1.3. İzokromozomlar
Mitoz bölünme sırasında sentromerler her kromatidin bir
sentromeri olması için uzunlamasına bölünerek bağlı bulunduğu kromatidleri
kutuplara çeker. Bazı durumlarda ise sentromerler enine bölünür dolayısı ile
yeni sentromerler homolog kromozomların aynı taraftaki kollarına bağlanır.
2.1.2. Duplikasyon(Çift Olma)
Homolog kromozom çiftlerinin birinden bir parçanın kopup
diğer eşine eklenmesidir. Duplikasyonda homolog çiftin birinde delesyon
olurken, diğerinde duplikasyon olur.
2.1.3. İnversiyon (Dönme)
Homolog kromozomlardan birinden kopan bir parçanın 180 derece
dönerek aynı kromozomla tekrar birleşmesi olayına inversiyon denir. İnversiyon
gerçeleşen homoloğ kromozom kolundan kopan parçada setromer yer almıyorsa
parasentrik, kopan parçada sentromer bulunuyorsa perisentrik inversiyon adını
alır.
2.1.4. Translokasyon (Karşılıklı Parça Değişimi)
Homolog olmayan kromozomlar arasındaki parça değişimine
translokasyon denir. Başka bir ifade ile mutasyon sonucu homolog olmayan
kromozomlardan kopan bir parçanın başka bir kromozoma yapışmasıdır. Basit ve resiprokal olmak üzere iki tipi
vardır.
Kopmayı takiben bir kromozom segmentinin, homologu olmayan
diğer bir kromozoma transfer edilmesi basit translokasyon olarak adlandırılır.
Resiprokal translokasyon ise, aynı büyüklükte olması
gerekmeyen segmentlerin homolog olmayan kromozomlar arasındaki yer
değiştirmesine denir. Aşağıdaki şekilde M ve N kromozomları arasındaki
resiprokal translokasyon görülmektedir.
2.2. Kromozomların Sayısında Meydana Gelen Mutasyonlar
Mitoz ve mayoz bölünme sırasında kromozomlar herzaman düzenli
olarak ayrılmazlar. Bunun sonucunda kromozom sayısı farklı hücreler meydana
gelebilir. Yani hücrelerin kromozom sayıları değişmiştir. Dolayısı ile birçok
genin oranının da değişmesi kalıtsal sorunlara neden olur. Kromozom sayısındaki
değişmelere heteroploidi (ploidi) denir. Saptanabilen heteroploidiler
şunlardır.
1. Euploidi
2. Aneuploidi
2.2.1. Euploidi (Öyployidi)
nKromozomların sayısının haploit veya tam katlar halinde
artması, bazen de bu artışın diploit romozomların yarı sayısını içermesine
Euploidi (Öyployidi) denir. Başka bir ifade ile kromozom dizilerinin
sayısındaki varyasyon olarak tanımlanabilir. Değişik şekilleri vardır.
1. Monoploidi
2. Poliploidi
2.2.1.1. Monoploidi
Bazı bitki ve hayvanlar, özellikle ilkel canlılar,
yaşamlarının tümünde yada bazı evrelerinde haploit kromozom sayısına
sahiptirler. Bu tip bireylerin kromozom dizisine (n) monoploid denir. Bal
arıları, eşek arıları ve karıncaların bazı türlerinin erkekleri, döllenmemiş
yumurtadan meydana gelen normal monoploid fertlere örnektir.
Monoploid yapılı fertler doğal populasyonlarda gösterdikleri
aberasyonlarla ortaya çıkarlar. Monoploid bireyler diploid fertlerin
döllenmemiş yumurtalarından meydana gelmişlerdir. Bu nedenle diploid hayat
siklusu ile ilgileri vardır.
Monoploidi cinsiyet hücrelerinde normal şekilde meydana
gelmez. Çünkü bir kromozom eşleşmesi gerçekleşmez. Monoploidlerde kısırlığın
oluşmasının nedeni; kromozom eşleşmesinin mümkün olmaması ve kromozomların tam
dizi halinde yavru hücre çekirdeklerine gitme ihtimalinin düşük olması sonucu
ortaya çıkan mayoz bölünme düzensizliğidir.
Yani mayoz bölünme hataları nedeniyle hiç kromozom taşımayan
bir gamet ile normal hücre bölünmesi geçiren bir gametin birleşmesi sonucu
n+0=n monoploidi oluşur. Örnek: monoploid yapıdaki mısır bitkisinin
sporositlerinde 10 kromozomlu bir dizi vardır. Sinapsis işlemi geçirmeyen bu
kromozomların her birinin belirli bir kutbuna gitme ihtimali ½ dir. Yani yalnız
1 kromozomun üst kutba gitme şansı (1/2)1 olur. Üs olarak kullanılan 1 (bir)
kromozom sayısını göstermektedir. Böyle monoploid yapılı bir bitki de birinci
mayotik bölünme sonucu normal monoploid kromozom sayılı çekirdeğin oluşma
ihtimali (1/2)10 ‘dur. Bu bize monoploid yapılı bir sporositten normal
monoploid bir gametin meydana gelme ihtimalinin çok düşük olduğunu
göstermektedir. Monoploidi mutasyonu, canlıda yaşama gücü düşüklüğü ile
varlığını hissettirir.
2.2.1.2. Poliploidi
n kromozom sayısının hücrede 3 veya daha
fazla sayıda bulunmasıdır. Yani üç veya daha fazla kromozom dizili euploid
kromozom yapısı topluca poliploidiler olarak adlandırılır. Karyotipteki
kromozomun haploid halinin 3 den fazla artışı (3n) bitki yetiştiriciliğinde
yeni bitki tiplerinin(Gilia malior) elde edilmesinde olumlu yönde
kullanılabilmesine karşılık,
Bitkilerde polyploidin üç tipi vardır. Bunlar;
Autopoliploidi, Allopoliploidi, Endopoliploidi. Autopoliploidler sadece bir
türe ait kromozom dizilerinde oluşur, Allopoliploidler ise farklı türlere ait
kromozom dizilerinde oluşmaktadır. Genellikle Autopoliploid olan Triploidler,
her kromozomdan 3 adet olmak üzere 3 tam genoma sahiptir. Yalnız allopoliploid
olan triploidler de olabilmektedir.
Triploidler, diploidler ile tetraploidlerin melezlemesinden
elde edilirler. Diploid gametler ile monoploid gametler, bir triploid (3n)
oluşturmak üzere birleşirler. Triploidler karakteristik olarak kısır olurlar.
Çünkü eşleşme aynı anda sadece iki kromozom arasında olur, diğer kromozom tek
olarak kalacağında eşleşme olmaz. Dengelenmemiş segresyon nedeniyle aynı
olmaktadır. Bu nedenle triploidler eşeysel üreme yoluyla çoğaltılamazlar.
Bunlar vegetatif yolla çoğaltılabilir yada vegetatif olarak çoğalmayan
bitkilerde ise diploid ve tetraploid hatların çaprazlanmasıyla tekrar elde
edilebilir.
2.2.1.2.1. Autopoliploidi
nBu mutasyon ile canlının gametleri aşağıda şematize edildiği
gibi diploit artışla yeni yavruda iki katına çıkar.
2.2.1.2.2. Allopoliploidi
Burada farklı türlerin birleşerek döl meydana getirmesi söz
konusudur. Örneğin farklı buğday türlerinin birleşerek bir dizi poliploidi
meydana getirmesi. autopoliploidi de olduğu gibi oluşan bireyler triploittir.
Karpechenko 1926’da lahana ve kırmızıturp bitkilerini
birleştirmeyi başardı. Bu iki bitki, farklı cinse bağlı olmasına rağmen her
ikisi de 2n=18 kromozomludur. Bu birleştirmeden meydana gelen F1 yavruları 18
kromozomludur.F1 bireylerinin kendi arasında birleştirilmesinden elde edilen F2
bireylerinde ise kromozom sayısının 36 olduğu saptandı. Yani polen ve yumurta
hücrelerindeki mayoz bölünme sırasındaki mutasyon sonucu tetraploit bitki
meydana gelmişti. Bu bitki lahana gibi köke, turp gibi yapraklara sahip
olup, Raphanobrassica olarak
adlandırıldı.
2.2.1.2.3.Endopoliploidi
Endomitozla kromozomlar çekirdek içerisinde de
çoğalabilirler. Fakat bölünme gerçekleşmez çünkü çekirdek zarı içeride kalır.
Bunun sonucu dev kromozomlar oluşur. Kromozomların paket halinde birbirine
yapışmasına Politeni; ayrı kromozom halinde oluşmasına Polisomati (bu kanser
hücrelerinde görülür) denir.
Poliploidilerin nedenleri
1. Endomitozis sonucu polyploidy oluşur. Bu olay da mitoz
profaz sonunda durur. Mekik iplikleri
oluşmaz. Çekirdek zarı parçalanmaz. Ama eşleşmiş kromozomlar bölünür.
Sitoplâzma bölünmez. Böylece kromozomlar katı kadar artmıştır.
2. Endoreduplikasyon sonucu polyploidy oluşabilir. Bu olay kromozomların ard arda iki kez
çoğalmasıdır.
2.2.1.3. Poliploidinin Yapay
Olarak Meydana Getirilmesi (13-12-2005)
Kandaki sodyum ve üre tuzlarının
kristalleşmesi ile ortaya çıkan (kristallerin özellikle eklemlere en çok da
ayak başparmağının eklemlerine yerleşerek, büyük sancı semptomuna neden olan)
gut hastalığı tedavisinde, karçiçeğinden çıkarılan zehirli özütün faydalı
olduğu belirlenmiştir. Bu çiçek eski yunan ve Roma’da düşmanları yok etmekte
kullanılıyordu. İtalyan farmakoloğ Percine, 1889’da kolşisin denilen karçiçeği
bitkisinin zehirli özütünün köpek barsağında mitozu durdurduğunu bildirmiştir.
Kromozomun incelenme tekniğinin gelişmesi ile kolşisinin öldürücü olmayan
dozlarının barsak hücrelerindeki kromozomlarda tetraploidi yaptığı bulundu. Bu
buluş botanikçilere yapay poliploidi yapma fikrini verdi. 1937 yılında Eigsti,
soğan köklerinin ucundaki hücrelerde poliploidi yapmayı başardığını açıkladı.
Bu madde düşük yoğunluklarda bitkilerin
büyüme uçlarına verildiğinde, hücrelerde iğ ipliklerini yapacak protein
mikrotübülüslerinin meydana gelmesini önler. Hücreler normal olarak profazdan
geçer, ama iğ iplikleri meydana gelmediğinden metafaz ve anafaz safhası
yürütülemez. Sonuçta hücre bölünmesi olmadığı için hücre tetraploit olarak
tekrar interfaza döner. Daha sonraki evrelerde bu maddenin etkisi azaldığı için
normal hücre bölünmesi oluşur. Yalnız bu maddenin uygulandığı yerden itibaren
hücrelerde tetraploidi olur. Tetraploid hücreler ve oluşturdukları yapılar
bitkilerin diğer kısımlarından normal olarak büyüktür.
Bu yöntem büyük bir kullanım alanı bulmuştur. Ekonomik önemi
olan kültür bitkilerinin çeşitlerinin bulunmasını sağlanmıştır. Bu teknik aynı
zamanda farklı türler arasında verimli döller meydana getiren hibritlerin
üretilmesinde de kullanılmıştır. Örneğin; Rus Karpechenko’nun lahana ve turp
çaprazlaması; buğday ve çavdar melezlemesinden elde edilen Triticale adı
verilen tahıl cinsi gibi.
Yapay poliploidi ile tohumsuz meyvelerin oluşması da
sağlanmıştır. Eigsti; karpuz sürgünlerinin ucuna kolşisin uygulayarak,
tetraploid hücre elde etmiştir. Bu tetraploid gövdelerden elde ettiği
polenleri, 22 kromozomlu diploid bitkilerin çiçeklerini döllemede kullanmış ve
sonuçta 33 kromozomlu triploit bir tohum elde etmiş. Böyle bir tohum normal
sürgün ve çiçek meydana getirebilirken anormal kromozom dağılımından
yaşayabilir tohumlar meydana getiremediğini görmüştür. Sonuçta çekirdeksiz,
yenebilir karpuz meydana getirilmişti. Bugünde üretimi yapılmaktadır.
2.3. Aneuploidi (Anöployidi)
Aneuploidi, genomdaki bazı kromozomların eksilmesi veya
çoğalması olarak tanımlanır. Başka bir ifade ile kromozomlardan bir veya bir
kaçının sayıca değişmesine denir.
Bu değişim bir veya birkaç otosomal kromozomda, ya da sadece
cinsiyet kromozomlarında ortaya çıkabilmektedir. Polysomie ve monosomie olarak
da adlandırılan aneuploidi olaylarına otosomal kromozomlarda autosomi, cinsiyet
kromozomlarında gonosomie adı verilir. Bunlara bağlı olarak fenotipte farklı
değişiklikler gözlenir. Örneğin; De
VRİES’in eşek çiçeğinde incelediği değişim, gen mutasyonu değil aneuploidi idi.
Bir hücredeki kromozom sayısında; sentrik fusiyon
(sentromerde birleşme) ve kromozom parçalanması ile oluşan değişim aneuploidiye
neden olur. Aneuploidi şekillerini aşağıdaki başlıklar halinde inceleyebiliriz:
2.3.1. Monosomi
Diploid bir fertte tek bir
kromozomun eksilmesine denir. Böyle bir organizmaya da monosomik denir.
Diploit bireyde ölüme neden
olurken poliploit bireyde azda olsa yaşama şansı vardır. 2n -1 ile gösterilir.
2.3.2. Nullisomi
Canlıda bir kromozomun homologu ile kayıp edilmesine denir.
Böyle fertlere de nullisomik denir. 2n–2 ile gösterilir
Nullisomiler nadiren görülür ve tabi olarak meydana
gelebilir. Diploit bireylerde normal olarak latel bir durum sergilerken diploid
benzeri hekzaploid bir buğday türü, nullisomiye tolerans gösterebilmektedir.
2.3.3. Polisomi
Bir ya da birkaç kromozomun
sayıca fazlalaşmasıdır. 2 değişik şekli vardır. Bunlar;
2.3.3.1. Trisomi ve Tetrasomi
Diploid yapılı bir fertte bir kromozomun
fazla bulunması olayına trisomi, bu fertlere ise trisomik fert denir. 2n+1 ile
gösterilir.
2.3.4. Somatik Aneuploidi
Vücut hücrelerinin mitozu sırasında bazı kromozomlar
birbirlerinden ayrılmayabilir. Yavru hücrelerin birinde monosomi, diğerinde ise
trisomi ortaya çıkar. Bu bozukluk embriyonun erken ya da geç evresinde
olabileceği gibi doğumdan sonar da meydana gelebilir. Eğer bu bozukluk erken
embriyo döneminde olursa, hücredeki mozaik gelişimden dolayı, erginde büyük
bölgeyi kaplayacak şekilde anormal kromozom sayısı gözlenir. Eğer embriyonun
geç evresinde ya da doğumdan sonra bu anormallik ortaya çıkarsa etkileyeceği
vücut bölgesi küçük olacağından ya görülmez ya da önemsiz bir şekilde kendini
gösterir. Down sendromu hastalığında da bu şekilde intermediyer anomaliler
görülebilir. Yalnız kanser ayrıcalık gösterir. Çünkü embriyonun geç evresinde
bozukluk görülse etkisi büyük olur. Somatik aneuploidinin evrensel önemi
yoktur. Çünkü üreme hücrelerini kapsamaz. Yalnız bitkilerde büyüme
dokularındaki aneploidiler aşılama ile döller boyunca yaşatılabilir.
3. İnsanlarda Kromozom
Değişmeleri
İnsanlarda kromozom anormalliklerini tespit için çeşitli
yöntemler gelişmiştir. İlk olarak insan kromozomları 20. yüzyılda testisteki
sperma tüpcüklerinde ince kesitler yapılarak incelenmiştir. 1956 yılında ise
ezmek suretiyle düzlem üzerinde preparat yapma yöntemi geliştirilerek daha
büyük doku hücrelerinde kromozomları tanımak ve birbirinden ayırmak mümkün
olmuştur. 1970 yıllarında geliştirilen yöntemler ile insan kromozomlarının daha
ayrıntılı analizi yapılmaya başlanmıştır. Casperson ve arkadaşları kromozomların
her parçasını bile tanıtacak bir yöntem bulmuşlardır. Ezilen hücreler akridin
ile boyanarak mikroskop altında mor ötesi ışınlarla aydınlatılarak bakılıyordu.
Yakın bir zamanda bulunan giemsa ile boyama tekniği, uygulamayı daha kullanışlı
hale getirmiştir. Uzun zamandır kan yağlarını boyamada kullanılan giemsa
boyasının, kromozom bantlarını mor ötesi ışınlar olmadan mikroskop altında
tanınabilecek şekilde boyadığı görüldü. Bu iki tekniğin kullanılması ile
eskiden tespit edilemeyen kromozom anormalliklerinin saptanılmasında büyük
aşama sağlanmıştır. Kromozom anormalliklerinin çoğunun letal olduğu
bilinmektedir. Ama bunların bir kısmı, doğumdan sonra kısa ya da uzun süre
yaşama şansı vermektedir. Önemli kromozom anomallikleri aşağıda açıklanmıştır.
3.1. Down Sendromu (Mongolizm)
Mongolizm hastalığı farklı ırklardan çocuklarda olmasına
rağmen Moğolların göz yapısına benzeyen üst göz kapakların şiş ve çekik olması,
geniş elli ve kısa parmaklı, tıknaz vücutlu, geniş ve yuvarlak bir yüz, normal
konuşmayı önleyici büyüklükte dile sahiptirler.
Down
sendromlu bir bebeğin 46 yerine 47 kromozom taşıdığı belirlenmiştir
3.2. Edward Sendromu
1960 yılında Edwards ve arkadaşları tarafından
tanımlanmıştır. 18. kromozomun trisomisinden dolayı ortaya çıkmaktadır.
1000 doğumdaki frekansı 0,3 olarak belirlenmiştir. Bu
bebeklerde; alt çene küçük ve geri çekik, ses kısık, deri benekli, kulaklar
çarpık, ayak tabanı yuvarlaklaşmış ve orta parmakları işaret parmaklarından
kısadır.
3.3. Patau
Sendromu
13. kromozomun trisomisi
(D-grubu kromozomlarının birisinin trisomik olması) ile meydana gelir.
Görülme frekansı 1000 doğum başına 0,2 dir.
Bu anomaliliğinin saptandığı bireylerde; beyin küçük, burun
çatıları geniş, alın, dudak ve damaklar yarık, gözler küçük ve işlevsiz ve en
kötüsü ileri derece geri zekâlılık belirtileri saptanmıştır. Bu bireyler
doğumdan birkaç hafta sonra ölürler.
3.4. Kronik Miyelojenik Lökomi (Myelogeneous Leukemia)
Bu tip lökomi, 21.kromozomun
uzun kolundan (her iki kromatitten de) bir parça yitirmesiyle meydana gelir.
Granülositler kemik iliğinde, öncelikle göğüs kemiğinde üretilir. İlikteki
somatik bir delesyon, kısa kromozomlu bir hücre kolonisinin ortaya çıkmasına
neden olur. Bunun sonucunda oransal bir kansızlık meydana gelir.
3.5. Cri de Chat Sendromu
Bu anomalinin 5. kromozomun kısa kolunda meydana gelen bir
delesyondan dolayı ortaya çıktığı belirlenmiştir.
3.6. Klinefelter Sendromu
Mayoz bölünme sırasında kromozomların birbirlerinden
ayrılmaması sonucu meydana gelen XX kromozomlarını taşıyan yumurtanın Y
kromozomunu taşıyan normal bir sperma ile ya da X-kromozomunu taşıyan normal
bir yumurtanın ayrılmama sonucu oluşan XY kromozomlarını taşıyan sperma ile
döllenmesi ile XXY şeklinde bir zigot oluşur. Bu zigotun kromozom sayısı 47
olur (44A+XXY). Böyle bir zigotun gelişmesi ile Klinelfelter sendromu oluşur.
3.7. Turner Sendromu
Nondisjunction sonucu oluşan O kromozomlu yumurta,
X-kromozomunu taşıyan bir sperma ile ya da X-kromozomunu taşıyan normal bir
yumurta ayrılmama sonucu oluşan O-kromozomlu bir sperma ile döllenirse XO
genotipli zigot meydana gelir ve kromozom sayısı 45 olur (44A+X). Bu zigotun
gelişmesi ile Turner sendromuna sahip bireyler meydana gelir. Bu zigotun
embriyolar arasında yaygın olduğu ama %99’unun öldüğü tesbit edilmiştir.
Doğanlarda oran 1/1000’dir. Bireyler dişi fenotipinde yalnız az gelişmiş
ovaryumu ile karakterize olup, bireyler kısırdırlar. Bu sendromda; bireyler
kısa boylu, boyunları omuzlarına doğru genişlemiş, ayrıca kısa ve küt
parmaklara sahiptirler. Bu tip bireylerde göğüs ya az gelişmiş ya da hiç
gelişmemiştir.
3.8.Üç X’li Sendrom (Triple Dişilik)
Bu sendrom XXX yapıdaki zigotun gelişmesi ile meydana gelir.
Ayrılmamanın sonucu oluşan XX kromozomlarını taşıyan yumurta ile X-kromozomunu
taşıyan spermanın birleşmesi ile XXX yapısında zigot oluşur ve bu bireylerde
(44A+XXX) 47 kromozom vardır.
Meydana gelme olasılığı 1/1200 dür. Bu insanların birçoğu
normal dişi görünümünde ve de doğurgandır. Yalnız bazılarında kısırlık ve zekâ
geriliği görülebilmektedir.
3.9. XYY Sendromu
Mayoz bölünmenin ikinci anafaz evresinde kromozomların
ayrılmaması görülebilmektedir. Ayrılmama sonucu bazı spermalar YY
kromozomlarını birlikte taşır. Bu durumdaki bir sperma bir X-kromozomu taşıyan
normal bir yumurta ile döllenirse; XYY şeklinde bir zigot oluşur ve kromozom
sayısı 47 (44A+XYY) olur
3.10. Chondrodystrophic
Cücelik
Bu mutasyonlar genellikle birinci dölde görülebilir. Çünkü
normal genlerin çoğu başattır. Ebeveynleri sağlam olan bir çiftten bu şekilde
bir çocuk doğarsa, her iki ebeveyinden birinin eşeysel hücrelerinde mutasyon
meydana geldiği anlaşılır. Aynı şekilde intermediyer ve kodominant mutant
genlere birinci dölde rastlanabilir. Şöyle ki; her iki ebeveyinden resesif
mutant gen geçerse, I. dölün fenotipinde görülür. Kadınlarda mutasyon meydana
gelirse erkek çocuklarında (birinci dölde) görülebilir. Erkeklerin X
kromozomunda mutasyon meydana gelirse kız çocukları taşıyıcıdır.
4. Terminoloji
4.1. İleri ve Geri Mutasyon
nBir değişimin incelenmesi için sabit bir standart form tespit
edilmesi gereklidir. Böyle bir standart formdan oluşan herhangi bir değişim
ileri mutasyon; standart forma doğru meydana gelen bir değişim ise geri
mutasyon olarak adlandırılır.
4.2. Spontan Mutasyonlar
Bazı mutasyonlar, bilinen herhangi bir neden olmaksızın
spontan olarak ortaya çıkarlar. Fakat canlı hücrelerindeki kusursuz kontrol
sistemleri sayesinde DNA üzerinde herhangi bir hataya yer vermemek için birçok
enzim görevlendirilmiştir. Bu enzimler DNA üzerinde devamlı dolaşarak kopma,
kayma veya yer değiştirme gibi hataları düzelterek mutasyonun meydana gelmesini
engellerler. Yani spontan mutasyonlar hücre enzimlerinin normal fonksiyonları
aksadığı zamanlarda ortaya çıkar.
4.3. Somatik ve Eşeysel
Mutasyonlar
Mutasyon eşey ve somatik hücrelerde
olabilir. Vücudun herhangi bir hücresinde veya dokusunda ortaya çıkan mutasyon
Somatik mutasyon olarak adlandırılır. Bu vücut hücresinde veya organında
meydana gelen değişim bir sonraki nesile aktarılmaz. Örneğin bir insanın gözü
ile ilgili herhangi bir özellik, radyasyon ve benzeri etkilerle mutasyona
uğrayıp orijinal formundan faklılaşabilir, ama bu değişim kendisinden sonraki
nesillere geçmeyecektir.
Cinsiyet hücrelerinde veya olgunlaşmamış bir
cinsiyet hücresinde ortaya çıkan mutasyona eşeysel mutasyon denir. Üreme
hücrelerinde görülen mutasyonlar dölden döle aktarılabilir.
Mutasyon somatik ve eşey hücrelerini farklı
etkiler; Somatik hücreler anne ve babadan alınan genotipi oluşturan DNA’nın
tamamını içerir. Ana-babanın çocuk yapabilmeleri için, birleşmeye elverişli
olan gamet hücrelerinde DNA’lara sahip olmaları gerekir; bu her bir
cinsiyetteki bireyin bir hücresiyle DNA’ların yarısını paylaşması demektir. Bu
özel hücreler erkeğin testislerinde yapılan spermlerle kadının ovaryumlarında
yapılan ovumlardır.
Bir canlının vücudunda milyarlarca
hücrelerden birindeki DNA’da bir mutasyonun oluştuğunu hissetmek çok zordur.
Bir tek önemli istisna vardır; hücrenin kanser olmasına neden olan mutasyonlar
hissedilir. Oysa yeni bireyler oluşturmak için kullanılan sperm ve ovumları
üreten testis ve ovaryumlar içindeki hücrelerde mutasyon olduğu zaman durum
farklılık gösterir. Eğer yumurta veya sperm mutasyona uğramış hücre içeriyorsa,
bu mutasyon doğal olarak döllenmiş yumurtaya geçecektir. Döllenmiş yumurta
bölündüğünde de mutasyon bütün yeni hücrelere kopya edilecektir. Sonuçta ortaya
çıkan yetişkinin bedeninin her bir hücresinde mutasyonun bir kopyası bulunacak
ve bu yetişkinin testis veya ovaryumlarında oluşan sperm veya yumurta, bu
mutasyonu taşıyacaktır
4.4. Mutabıl ve Mutator Genler
Organizmada çoğu genler mutasyona dayanıklı özellikte iken,
bazı çok az gen sık sık mutasyona maruz kalabilmektedirler. Bu sık mutasyona
maruz kalan genlere mutabıl genler denir. Bu genlerin mutasyona karşı
dayanıklıklarının düşük olduğu düşünülmektedir. Bazı genlerin ise diğer
genlerin mutasyona karşı olan stabilitelerini etkilediği düşünülmekte ve bu
genlere mutator genler denmektedir. Örneğin mısır bitkisinde böyle bir genin
olduğu belirlenmiştir.
4.5. Mutasyon Hızı ve Mutasyon Frekansı
Mutasyon analizlerinde en önemli konu farklı genlerin
mutasyon eğilimlerinin ölçülebilmesidir. Mutasyon miktarına ilişkin mutasyon
hızı ve mutasyon frekansı terimleri kullanılmaktadır.
4.5.1. Mutasyon Hızı
Belirli bir zaman süresinde belirli bir
tipteki mutasyon olayının ölçümünü gösteren sayıya mutasyon hızı denir. Bu
miktar, bir genin tabi mutasyon eğilimi ile sıkı ilişkilidir. Farklı zaman
birimleri kullanılabilir. Zaman birimi olarak organizma generasonu veya hücre
generasyonu yada hücre bölünmesi gibi birimler saat, gün veya ay gibi gerçek
zaman birimleri yerine kullanılabilir.
Mutasyon hızı hesaplamasında yukarıda
belirttiğimiz zaman birimleri paydayı oluştururken incelenen mutasyon olayı
payı oluşturur.
4.5.2. Mutasyon Frekansı
Mutasyon frekansı; belirli bir mutasyon veya
mutant çeşidinin, belirli bir hücre veya fert populasyonunda bulunduğu frekansı
ifade etmektedir. Mutasyonların ölçülmesi ya da sayılması yalnız görülebilir
mutasyonlara dayandığı için oranları çok küçükmüş izlenimleri yaratır. Örneğin
nötral mutasyon ve embriyonik evrede öldürücü olan letal mutasyonlar çok defa
sayıma dahil edilmezler. Bu nedenle mutasyon oranının oldukça küçük olduğu
kanısı hakimdir.
Belirli bir genin mutasyon oranı çok düşük
olsa da çok sayıda gen göz önüne alındığında toplam sayı yükselir. Örneğin
spontan mutasyonun frekansı düşük olmasına karşın ölçülebilir. İnsanlarda
spontan mutasyonun oranı 10-3 – 10-5 gen/döldür. İnsanda 2.3 x104 gen olduğu
düşünülürse, ortalama her insanda bir gen mutasyona uğramış demektir ve bu yönü
ile ebeveynlerine benzerler.
4.6. Yararlı Mutasyonlar:
Yararlı mutasyonlar ender görülür. Bir organizmanın
proteinlerinde, çevreye uyum sağlamasında yararlı değişmelere yol açarlar.
4.7. Zararlı Mutasyonlar
Mutasyon bir canlının belirli bir döneme kadar yaşamasına
izin veriyorsa semiletal; eğer yaşamasına izin veriyor ama biyolojik
işlevlerinin ve üremesinin azalmasına neden oluyorsa subletal olarak ifade
edilir. Birçok özellik, bir genin değil birden fazla genin ortak işlevi ile
ortaya çıkar. Bu durumda genin bir tanesi mutasyona uğrarsa, ilgili özelliğin
işlevinde azalma oluşur. Bir mutant gen azalmaya neden olurken birden fazla
mutant ge
nin bir araya gelmesi ile zarar artar ve ölüme kadar gider.
Bu tip mutasyonun diğer mutasyonlardan fazla olduğu bilinmektedir.
4.8. Öldürücü Mutasyonlar
Birden fazla mutasyon embriyonun yaşayamayacak kadar
normalden sapmasına neden olur. Bu tip genlere letal gen denir. Öldürücü
dominant genler düzenli olarak ortaya çıkabilir, yalnız bunlar ilk dölde
elimine edilebilir. Eğer bunlar embriyonun ilk evrelerinde öldürücü iseler hiç
tespit edilemezler. Birçok öldürücü gen resesif olduğu için döller boyunca
taşınamazlar. Yapılan araştırmalar insanların ortalama 3 ya da 4 letal gen
taşıdığını göstermektedir. Her ailede farklı genlerin çekinik letalleri olduğu
için ve rastgele evlenmelerde bunların homozigot olarak görülme şansı çok
azdır. Ama aile içi evlenmelerde ve tesadüfî letal çekinik geni taşıyanların
evlenmesi sonucu meydana gelen yavruların 1/4’ü bu gen bakımından homozigot
olacağından ölüm meydana gelir.
Örneğin, beden rengi sarı olan bir fare ırkında homozigot
sarı farelerin yaşamadığı görülmüştür. Dominant S geni sarı rengi, bunun alleli
resesif s geni ise gri rengi meydana getirmektedir. Heterozigot iki sarı
farenin çiftleşmesi sonucu; elde edilen dört yavrulardan homozigot yapılı bir
sarı farenin ölü, homozigot yapılı bir gri fare ile heterozigot yapılı iki sarı
farenin canlı olduğu gözlenmiştir.
Pek az letal mutasyon da intermediyer bir
özellik gösterir. Bunlar heterozigot oldukları zaman meydana getirdikleri
etkiler kolayca gözlenebilir. Örneğin; kümes hayvanlarında görülen kriperlik
(kısa bacaklılık ve kısa kanatlılık). Kriper horoz (Kk) ile kriper tavuk (Kk)
birleştirildiğinde 2 kriper (Kk), 1 normal (kk), bir de homozigotluktan dolayı
ölü bir yavru (KK) meydana gelir.
X kromozomuna bağlı letal genler eşeye bağlı
olarak kendini gösterir. Eğer dişide resesif letal genlerden biri varsa, bu
dişinin meydana getirdiği erkek çocukların yarısı ölür. Erkeklerin X
kromozomunda dominant letal mutasyon oluşur ise, tüm kız çocuklarının ölü ya da
anormal doğmasına neden olur. Çünkü babada bulunan tek X kromozomunu almak
zorundadır. Erkek çocuklar normal doğarlar; çünkü annedeki normal X
kromozomlarından birini alırlar.
4.9. Nötral Mutasyonlar
Bu tip mutasyonlar meydana geldiği zaman içinde bulunduğu
canlıya ne zarar ne de yarar sağlar. Bu tip mutasyonu şu şekilde
açıklayabiliriz; protein moleküllerinde aminoasitlerin zaman zaman değiştiği
bilinmektedir. İşte bu değişikliğin aminoasit zincirinin aktif merkezi dışında
oluşması herhangi büyük bir sapma meydana getirmez. Aynı zamanda birçok baz
değişiminde de aminoasit diziliminde olduğu gibi değişim meydana gelmez.
Nötral mutasyonlar canlıya zarar vermez. Aynı zamanda bu
mutasyonlardan meydana gelen varyasyonlar, canlıya uyum sağlama yeteneği
kazandırabilir.