23 Aralık 2012 Pazar

Hastalık ve Semptom



HASTALIK
Organizmanın fizyolojik fonksiyon­larının normalden ayrılışı olarak tanımlan­abilir. Bu fenomende şekillenen düzensiz­lik, canlının tüm olarak bedenini veya yer­leştiği doku ve bölgenin fonksiyonunu az veya çok değiştirmiş olur. Her hastalık, fonksiyonuna etkidiği organ ve dokularda kendine özel birtakım klinik görünümlerin (Symptom) ortaya çıkmasına neden olur.
Hemen tüm hastalıkların diagnozunda, saptanması gerekli olan klinik görünümler, genel olarak aşağıdaki bölümler içinde incelenir.
Lokal Klinik Görünüm (Lokal Symp­tom): Hasta olan doku, organ ve bunların ilgili bulundukları bölgelerde, görülen veya saptanan normalden ayrılış halleridir. Örneğin: Bedenin görülebilen yüzlek bölümlerinde çıban (abscess), fıtık (hernia) veya ur (tümör, neoplasma) şekillen­diğinde orada görülebilen az çok sınırlı bir şişkinlik, lokal klinik görünümler olarak nitelendirilir. Lokal klinik görünümlerin hastalıkların tanımında önemi çok büyük­tür. Bu türlü klinik görünümlerin saptan­masında hekim daima objektif olmalıdır.
Genel Klinik Görünüm (Genel Symptom): Bütün dış hastalıklarda bulunma­makla beraber birçoklarında görülebilen genel bulgulardır. Bunlar hastalanan can­lının tüm beden şekil ve fonksiyonlarında gözlenebilen ve saptanan yansımaları kap­sar. Bunların belli başlıları:
Hayvanın beden sıcaklığının normalin üstüne çıkması (hyperthermia), altına düşmesi (hypothermia), iştahın kaybolması, çok su içme, sürekli ayakta durma, yatma veya yuvarlanma isteği göstermesi; dıştan bakıldığında fizyonomik olarak normal, sağlıklı, canlı, çevresiyle ilgili görünümün kaybolması; hastanın kederli, hareketsiz, çevresine karşı ilgisiz bir hal alması gibi özelliklerdir.
Görevsel Klinik Görünüm (Görevsel Symptom): Hastalık denen fenomen, canlı organizmanın hangi dokusunda lokalize olmuş, ise o doku, organ veya organ gru­bunun normalde yapması gereken fizyolo­jik fonksiyonlarında azalma (hypofunction), çoğalma (hyperfunction), aykırılaş­ma, ya da fonksiyonlarını hiç yapmaması­na (dysfunction) neden olur. İşte bu türlü görünümlerin hepsine birden görevsel semptom denir. Örneğin:
Eksremite kemik­lerinin birinde bulunan bir çatlak (fissure), kırık (fracture), tendo, ligament ve eklem­lerde yerleşen yangısel olgularda hayvan yürürken belirli bir hareket bozukluğu (topallık) gösterir.
Gözün ön saydam katı olan cornea'nın yangılarında (keratitis) lezyonun derecesine göre çeşitli görüş bozuk­lukları şekillenir.
Uzak Klinik Görünüm (Uzak Symp­tom): Hastalığın yerleştiği organdan uzak­ta, lezyonla ilgili olarak şekillenen bir­takım bozukluklardır. Bu bölüme giren semptomlar dışhastalıklarda çok yer tut­mamakla beraber, bazı önemli hastalıklar­da bulunabilmektedir. Örneğin: Yaralan­malarda, yaralı bölgede bütünlüğü bozu­lan bir kan damarının beslediği ve yaradan az çok uzakta bulunan doku sahasında zamanla ortaya çıkan anemi sonu o bölge­deki dokularda lokal doku ölümlerine (gangrennekroz) rastlanır.
Semptomlar içinde epifenomen adı ve­rilen ve yalancı semptomlar olarak adlan­dıracağımız bir kısım vardır ki, bunlar sa­dece hastalığın ek görünümlerinden veya hastalık halinin önemsiz bazı belirtilerin­den ibarettir.
Semptomlar: Objektiv veya subjektiv semptom olarak da ayrılır.
Objektiv Semptomlar: Hekim tarafından hastanın muayenesi sırasında saptanan ve değerlendirilebilen semptomlardır.
Subjektiv Semptomlar: Değer bakımın­dan hastanın geniş ölçüde bünyesine bağlı olarak şekillenen, kalitesi ve kantitesi muayenenin şekil ve derecesine ve de he­kimin görüşüne göre az çok değişebilen semptomlardır.
Bunlardan objektiv semptomlara, yuka­rıda dört ayrı grup içinde özetlediğimiz semptomlar girer.

Örneğin:
Kemik kırık­larında (fracture), kırık kemiğin alt ve üst uçlarından iki elle tutulup hafif pasif hareketler yapılırsa, kırık uçların birbirine sürtünmesinden ileri gelen bir çıtırtı (crepitation) sesi işitilir. Bu bir objektiv semptomdur.
Yangılı bölgede şekillenen ağrı hissi ise, hastanın ağrı eşiğine bağlı olarak değişik tonlar gösterir. Bu da sub­jektiv bir semptomdur.
İnsan hekimliğinde, hasta hekime başvurduğunda geçirmiş olduğu hastalıkla ilgili devreleri kendi duygu ve ifadesine göre nakleder. Bu bir subjektiv anlatım şeklidir.
Hekim yaptığı muayene ve bul­duğu semptomları, aldığı bilgiye ekleyerek bir sonuç çıkarmaya çalışır. Oysa veteriner hekimlikte hastadan herhangi bir bilgi almaya olanak yoktur. Bu nedenledir ki, veteriner hekim hastalığın kesin tanısını koymakta büyük güçlüklerle karşılaşır; öyle durumlar ortaya çıkar ki, bütün mua­yene ve bulgularına karşın, hastalığın tanısını koymak olanaksız olur.
Böyle durumlarda çoğu kez diğer meslektaşlarıy­la olgu üzerinde konsültasyon yapmak ve diğer yardımcı muayene yöntemlerine başvurmak zorunda kalır.
Hastalıkların tanısında, yukarıda belirttiğimiz gibi şekillenen bütün semptomların toplu bir şekilde ince­lenmesi gerekir.
Yalnız bir hastalığı karakterize edebile­cek nitelikteki semptomlara pathognomo­nic symptom denir.
Bazı olaylarda bütün muayene yöntemleri dikkatli bir şekilde uygulanmış olmasına rağmen, hastalığın diagnozunun (tanısının) konması müm­kün olamaz. Böyle olayların çoğunda belli diagnostik operasyonlara başvurulması gerekir. Örneğin: Var olan bir şişkinliğinin niteliğini saptamak için, içindeki sıvının karakterini anlama bakımından deneysel punksiyonlar yapılabilir.
Yahut karın boşluğunda bulunan bir kitlenin özelliğini anlayabilmek için karın boşluğu deneysel olarak açılır (Laparotomy). Kesin tanı için yapılan bu türlü operasyonların tümüne genel bir deyimle diagnostik operasyon (diagnostic operation) denir.
Birçok hastalıkların muayenesinde ke­sin bir tanı konması için hekim, benzer semptomlar gösteren bütün hastalıkları birlikte düşünmek ve bulguları kıyasla­yarak tanıya gitmek zorunda kalır. İşte böyle olgularda ayırdedici tanıya (differen­tial diagnose) başvurulur. Bu işi yaparken, birbirine benzer semptomlar gösteren bütün hastalıkları teker teker gözden geçirerek, var olan görünümlerin hangisine daha çok uymuş olduğunun saptanmasına çalışılır. Böylece hastalığın kesin şekilde tanımına gidilmiş olur.
Görülüyor ki, hastalıklarda tanının kon­masında; özellikle hekimliğimizde, hayvan türlerinin çeşitli olması, hastalarımızın durumlarını, acılarını anlatamamaları gibi önemli güçlükler yer almaktadır.
Eski klinisyenler hastalıkların tanımında temperament ve idyosenkraziye büyük önem ver­mişlerdir. Kuruluş ve işleyiş bakımından tamamen ayrı bir dünya olan canlı orga­nizmanın hakiki sınırını deri oluşturur. Bu sınır katının yapısında birçok mikroorga­nizmaları öldürmeye yeterli bir kudret bulunmakla beraber, bazılarına karşı da yetersizdir. Dış yüz her türlü fiziksel et­kilere karşıdır.
Canlının iç yüzündeki hüc­reler, adeta denizlerde bulunan canlılar gibi yaşarlar. Işıktan yoksun bulunan sıcak, sulu (aquatik) bir dünya ile ilişki halindedir. Derinin dayanıklılığı, çok katlı hücrelerden yapılmış olması ve bu hücrelerin sonsuz bir çoğalma özelliğine sahip bulunmasındandır.
Her hücrenin ölümü ile, kendine ait birliği oluşturacak bir diğer benzeri onun yerini alır. Bu ölen hücreler adeta fırtınaların çatılardan ayırıp attığı parçalara benzerler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder