HASTALIK
Organizmanın fizyolojik fonksiyonlarının normalden ayrılışı olarak
tanımlanabilir. Bu fenomende şekillenen düzensizlik, canlının tüm olarak
bedenini veya yerleştiği doku ve
bölgenin fonksiyonunu az veya çok değiştirmiş olur. Her hastalık,
fonksiyonuna etkidiği organ ve dokularda kendine özel birtakım klinik görünümlerin (Symptom) ortaya
çıkmasına neden olur.
Hemen tüm hastalıkların
diagnozunda, saptanması gerekli olan klinik görünümler, genel olarak aşağıdaki
bölümler içinde incelenir.
Lokal Klinik Görünüm (Lokal Symptom): Hasta olan doku, organ ve
bunların ilgili bulundukları bölgelerde, görülen veya saptanan normalden ayrılış halleridir. Örneğin: Bedenin
görülebilen yüzlek bölümlerinde çıban (abscess), fıtık (hernia) veya ur (tümör,
neoplasma) şekillendiğinde orada görülebilen az çok sınırlı bir şişkinlik,
lokal klinik görünümler olarak nitelendirilir. Lokal klinik görünümlerin
hastalıkların tanımında önemi çok büyüktür. Bu türlü klinik görünümlerin
saptanmasında hekim daima objektif olmalıdır.
Genel Klinik Görünüm
(Genel Symptom): Bütün dış hastalıklarda
bulunmamakla beraber birçoklarında görülebilen genel bulgulardır. Bunlar hastalanan canlının tüm beden şekil ve
fonksiyonlarında gözlenebilen ve saptanan yansımaları kapsar. Bunların
belli başlıları:
Hayvanın
beden sıcaklığının normalin üstüne çıkması (hyperthermia), altına düşmesi
(hypothermia), iştahın kaybolması, çok su içme, sürekli ayakta durma, yatma
veya yuvarlanma isteği göstermesi; dıştan bakıldığında fizyonomik olarak
normal, sağlıklı, canlı, çevresiyle ilgili görünümün kaybolması; hastanın
kederli, hareketsiz, çevresine karşı ilgisiz bir hal alması gibi özelliklerdir.
Görevsel
Klinik Görünüm (Görevsel Symptom): Hastalık denen fenomen,
canlı organizmanın hangi dokusunda lokalize olmuş, ise o doku, organ veya organ grubunun normalde yapması gereken
fizyolojik fonksiyonlarında azalma (hypofunction), çoğalma (hyperfunction),
aykırılaşma, ya da fonksiyonlarını hiç yapmamasına (dysfunction) neden olur. İşte bu türlü
görünümlerin hepsine birden görevsel semptom denir. Örneğin:
Eksremite kemiklerinin birinde bulunan bir çatlak
(fissure),
kırık
(fracture),
tendo,
ligament
ve
eklemlerde yerleşen yangısel olgularda hayvan yürürken belirli bir hareket
bozukluğu (topallık) gösterir.
Gözün ön saydam katı olan cornea'nın yangılarında (keratitis) lezyonun derecesine göre
çeşitli görüş bozuklukları şekillenir.
Uzak Klinik Görünüm (Uzak
Symptom): Hastalığın yerleştiği
organdan uzakta, lezyonla ilgili olarak şekillenen birtakım bozukluklardır.
Bu bölüme giren semptomlar dışhastalıklarda çok yer tutmamakla beraber, bazı
önemli hastalıklarda bulunabilmektedir. Örneğin: Yaralanmalarda, yaralı
bölgede bütünlüğü bozulan bir kan damarının beslediği ve yaradan az çok uzakta
bulunan doku sahasında zamanla ortaya çıkan anemi sonu o bölgedeki dokularda
lokal doku ölümlerine (gangrennekroz) rastlanır.
Semptomlar içinde epifenomen adı verilen ve yalancı
semptomlar olarak adlandıracağımız bir kısım vardır ki, bunlar sadece
hastalığın ek görünümlerinden veya hastalık halinin önemsiz bazı belirtilerinden
ibarettir.
Semptomlar: Objektiv
veya subjektiv semptom olarak da ayrılır.
Objektiv Semptomlar: Hekim tarafından hastanın
muayenesi sırasında saptanan ve değerlendirilebilen semptomlardır.
Subjektiv Semptomlar: Değer bakımından
hastanın geniş ölçüde bünyesine bağlı olarak şekillenen, kalitesi ve kantitesi
muayenenin şekil ve derecesine ve de hekimin görüşüne göre az çok değişebilen
semptomlardır.
Bunlardan objektiv semptomlara, yukarıda dört
ayrı grup içinde özetlediğimiz semptomlar girer.
Örneğin:
Kemik kırıklarında (fracture), kırık kemiğin alt
ve üst uçlarından iki elle tutulup hafif pasif hareketler yapılırsa, kırık
uçların birbirine sürtünmesinden ileri gelen bir çıtırtı (crepitation) sesi işitilir. Bu bir objektiv semptomdur.
Yangılı bölgede şekillenen ağrı hissi ise, hastanın ağrı eşiğine bağlı olarak değişik tonlar
gösterir. Bu da subjektiv bir
semptomdur.
İnsan hekimliğinde, hasta hekime başvurduğunda
geçirmiş olduğu hastalıkla ilgili devreleri kendi duygu ve ifadesine göre
nakleder. Bu bir subjektiv anlatım şeklidir.
Hekim yaptığı muayene ve bulduğu semptomları, aldığı
bilgiye ekleyerek bir sonuç çıkarmaya çalışır. Oysa veteriner hekimlikte
hastadan herhangi bir bilgi almaya olanak yoktur. Bu nedenledir ki, veteriner hekim
hastalığın kesin tanısını koymakta büyük güçlüklerle karşılaşır; öyle durumlar
ortaya çıkar ki, bütün muayene ve bulgularına karşın, hastalığın tanısını
koymak olanaksız olur.
Böyle durumlarda çoğu kez diğer meslektaşlarıyla
olgu üzerinde konsültasyon yapmak ve diğer yardımcı muayene yöntemlerine
başvurmak zorunda kalır.
Hekim kendisine getirilen hastanın, çeşitli
yönlerden muayenesini yaptıktan sonra, elde etmiş olduğu bulguları kendi
bilgisi içinde baştan sona gözden geçirir. Eleştiri ve kıyaslamasını yapar,
bir sonuca varır. Bu sonuçla hastalığın adını tıbbi yönden koymuş olur. Buna hastalığın adının konması (diagnosistanı,
teşhis) denir.
Hastalıkların tanısında, yukarıda belirttiğimiz
gibi şekillenen bütün semptomların toplu bir şekilde incelenmesi gerekir.
Yalnız bir hastalığı karakterize edebilecek
nitelikteki semptomlara pathognomonic symptom
denir.
Bazı olaylarda bütün muayene yöntemleri dikkatli
bir şekilde uygulanmış olmasına rağmen, hastalığın diagnozunun (tanısının)
konması mümkün olamaz. Böyle olayların çoğunda belli diagnostik operasyonlara
başvurulması gerekir. Örneğin: Var olan bir şişkinliğinin niteliğini saptamak
için, içindeki sıvının karakterini anlama bakımından deneysel
punksiyonlar yapılabilir.
Yahut karın boşluğunda bulunan bir kitlenin
özelliğini anlayabilmek için karın boşluğu deneysel olarak açılır (Laparotomy). Kesin tanı için yapılan bu türlü
operasyonların tümüne genel bir deyimle diagnostik
operasyon (diagnostic operation) denir.
Birçok hastalıkların muayenesinde kesin
bir tanı konması için hekim, benzer semptomlar gösteren bütün hastalıkları
birlikte düşünmek ve bulguları kıyaslayarak tanıya gitmek zorunda kalır. İşte
böyle olgularda ayırdedici tanıya (differential
diagnose) başvurulur. Bu işi yaparken, birbirine benzer semptomlar
gösteren bütün hastalıkları teker teker gözden geçirerek, var olan görünümlerin
hangisine daha çok uymuş olduğunun saptanmasına çalışılır. Böylece hastalığın
kesin şekilde tanımına gidilmiş olur.
Görülüyor ki, hastalıklarda tanının konmasında;
özellikle hekimliğimizde, hayvan türlerinin çeşitli olması, hastalarımızın durumlarını, acılarını anlatamamaları gibi önemli güçlükler yer almaktadır.
Eski klinisyenler hastalıkların tanımında
temperament ve idyosenkraziye büyük önem vermişlerdir. Kuruluş ve işleyiş
bakımından tamamen ayrı bir dünya olan canlı organizmanın hakiki sınırını deri
oluşturur. Bu sınır katının yapısında birçok mikroorganizmaları öldürmeye
yeterli bir kudret bulunmakla beraber, bazılarına karşı da yetersizdir. Dış yüz
her türlü fiziksel etkilere karşıdır.
Canlının iç yüzündeki hücreler, adeta
denizlerde bulunan canlılar gibi yaşarlar. Işıktan yoksun bulunan sıcak, sulu
(aquatik) bir dünya ile ilişki halindedir. Derinin dayanıklılığı, çok katlı
hücrelerden yapılmış olması ve bu hücrelerin sonsuz bir çoğalma özelliğine
sahip bulunmasındandır.
Her
hücrenin ölümü ile, kendine ait birliği oluşturacak bir diğer benzeri onun
yerini alır. Bu ölen hücreler adeta fırtınaların çatılardan ayırıp attığı
parçalara benzerler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder